FETHİYE VE TURİZM – NACİ DİNÇER
Çok yıllar önceydi, zamanın kıymetli yöneticileri ile bir sohbet sırasında “Fethiye bir turizm ilçesi mi yoksa tarım ilçesi olarak mı gelişmelidir?” diye karşılıklı fikirler ortaya koymuştuk. Henüz büyükşehir yasası yürürlükte değildi, Fethiye ve Seydikemer birbirinden siyasi sınırlar ile ayrılmamıştı. Sohbete katılanların yanıtları pek net değildi. O günlerde tarım sektörünün, toplam gelirlerin %60’ını karşıladığı bir ilçede hayaller “turizm” bile olsa, bunu ifade etmek çok zordu.
Hizmet sektörü ciddi bir altyapı ister. Hizmet üretiminde nitelikler ve kalite, yatırımların da özelliklerini belirler. Tarım ve sanayi gibi diğer sektörler gibi planlanabilir ve programlanabilir bir matematik ifadeye sahip değildir. Bu nedenle hizmet üretiminin ekonomik bir değere dönüştürülmesinde her zaman beklentiye ulaşmak mümkün değildir.
Örnek vermek gerekirse; belirli iklim, çevre koşulları ve üretim prosesine göre seranızda ne kadar domates yetiştirebileceğinizi doğru değerlerle tahmin edebilirsiniz. Ülke ekonomisinde önemli sosyal ve siyasal müdahaleler ve karar değişiklikleri olmazsa, ürününüzün pazarda ne kadar kazanç getireceğini de hesaplayabilirsiniz. İhtiyacınız olan: bir üretim alanı, yani tarla – bahçe -sera, tarımsal faaliyet için gereken araç – gereç, tohum, fide, gübre, ilaç, insan emeği, bilgi, deneyim ve pazarlamadır. Üstelik yıllarca hep aynı üretim aşamalarını yaşama geçirerek, tarım destekli aile ekonominizi stabilize de edebilirsiniz. Yeter ki, üretim alanınız iklimsel, fiziksel ya da biyolojik bir olağanüstü etkiye maruz kalmasın. Tarım ürünleri, insan yaşamında tüketim sıralamasında önceliklidir.
Ama otelinizin ya da seyahat acentenizin kapasitesine oranla yapacağınız gelir tahmininiz, bir pandemi ya da bölgede yaşanacak bir siyasal – sosyal kargaşalık nedeniyle hayal kırıklığı ile sonuçlanabilir. Kırılgan bir sektördür turizm. Hassastır. Komşu ülkede yaşanabilecek bir siyasi kaos, ülkeyi turizm pazarlarında kırmızı listeye sokabilir. Üstelik de turizm ürünlerinin tüketim zorunluluğu yoktur. Bu ürünler insanın yaşamındaki öncelikler sıralamasında önlerde yer almaz. Tatil planınız yeme – içme, barınma, giyinme, sağlık, eğitim gibi gereklerin önüne geçemez. Turizm ürünleri bu gereksinimlerini karşılayan insanlara pazarlanabilir.
“Turizm, çağdaş insanın gereksinimidir” sloganı bir pazarlama jargonu olarak değerlidir. Ama bize çağdaş insanın diğer gereksinimlerini unutturacak kadar güçlü değildir. Haydi, bu sloganı Türkiye’de emekli maaşıyla ya da asgari ücretle geçinmeye çalışan insanlara söyleyin, bakalım ne yanıt alacaksınız? Yalnızca Türkiye’deki emeklileri ya da asgari ücretlileri değil, Dünyanın dört bir köşesinde açlıkla, yoksullukla boğuşan milyarları da bu sektörün ürünlerinin pazarında tüketici olarak görmek mümkün değildir.
Fethiye giderek tarımsal alanlarını yitiriyor. Var olanlar da konvansiyonel tarımın zorunlu sonucu olarak yavaşça zehirli topraklara dönüşüyor. Tarım sektörünün uygulanan ülke politikalarıyla cazibesini yitirdiği de bir gerçek. Çiftçi artık üretime özenmiyor. Geçmişte bir – iki dönüm serasıyla ailesini geçindiren ve gelecek endişesi taşımayan üreticiler, o alana diktikleri iki villanın kirasıyla daha iyi yaşam koşullarına kavuşacağının hayalini kuruyorlar. Nasıl olsa kira geliriyle ithal domates satın alıp, karınlarını doyurabilirler, değil mi? İşte, rant ekonomisinin geldiği nokta bu! Şaka gibi…
Bu şartlarda ilçede yaşayanlar için turizm sektörü giderek daha da önem kazanıyor. Ama yine bir paradoksla karşı karşıyayız; turizm sektörünün alt yapısını oluşturan doğal, tarihsel ve kültürel değerlerimiz merkezi yönetimin uyguladığı rant ekonomisi sayesinde yok ediliyor. Kıyılar, ormanlar adeta yağmalanıyor. HES’lere tahsis edilen derelerden, ırmaklardan çiftçiye su yok, var olanını da parayla satmaya çalışıyorlar. Kültür varlıklarımızın üzerinden iş makinaları geçiyor. Arkeolojik araştırma ve kazılar için bütçe yok. Plajlarda şezlong işgalinden –bırakın havlu sermeyi– adım atacak yer bırakmadılar. Koylara, tabiat parklarına, sahillere halkın erişimi işgalci işletmelerce engelleniyor. Fethiye Körfezinde mavi yolculuk yapacak turistin teknelerinin demirleyebileceği yer kalmadı; her girintiye bir bağlama iskelesi ya da marina ihalesi yapılıyor. Fethiyeli gulet sahiplerini, denizcileri, balıkçıları kendi yurtlarında açlığa mahkûm edecek kararlar birbiri ardına alınıyor.
Körfezin, kıyılarımızın, doğal – tarihsel – kültürel değerlerimizin taşıma kapasiteleri göz önüne alınmıyor. Ne de sürdürülebilirlik ne de koruyarak kullanma kaygısı var! Karada ve denizde ekolojik bir yıkımın ortasındayız.
Bu şartlar altında, Fethiye turizminin diğer destinasyonlarla rekabet etmek için ihtiyaç duyacağı çekim gücünü nereden alacağını ve bunun Fethiye halkına ne yararı olacağını bilmemiz gerekiyor.
Son yıllarda Fethiye’nin koylarına ve plajlarına kondurulan tatil Köyleri ve beş yıldızlı oteller, “her şey dahil” sistemiyle önce sınırsız açık büfelerini ve sonra da denizi ve güneşi pazarlama malzemesi olarak kullanarak yataklarını toptancı mantığı ile ve uygun fiyatlarla tur operatörlerine pazarlıyorlar.
Küçük kapasiteli oteller ve pansiyonlar ise Fethiye’nin doğal – tarihsel ve kültürel değerlerini, denizini ve özgürce erişilebilir plajlarını, alternatif turizm etkinliklerini pazarlama malzemesi olarak kullanarak, yataklarını maliyetlerinin getirdiği zorunlulukla hesaplanmış fiyatlarla pazarlıyorlar.
Birinin elindeki güç: sınırsız yeme – içme, özel plaj ve çeşitlendirilmiş ücretli hizmetler, diğerinin ise ilçenin doğal- tarihsel – kültürel değerleri, temiz çarşaflar ve göreceli olarak sakin ortamlar.
Birisinde konaklayanların her türlü ihtiyacı, içlerinde çarşısı bile olan o koca tesiste karşılanıyor. Öyle ki, bir haftalık tatili otelden dışarı çıkmadan geçirenler var. Diğerinde konaklayanlar ise bütün ihtiyaçlarını Fethiye’nin esnafından karşılamak zorunda. Çarşıda karnını doyuracak, Amynthas’a çıkarken bakkaldan suyunu meşrubatını yanına alacak, Paspatur’da bir alışveriş molası verecek, üstelik her daim Fethiyelilerle birlikte zamanını geçirecek…
Tercihim değil ama o büyük otellere karşı değilim. Güzel, kaliteli, nitelikli hizmet versinler, Fethiye’nin tanıtımına katkı versinler isterim. Ama diğerlerinin elindeki pazarlama gücünün unsurları olan denizimizin, plajımızın, ormanımızın, tarihsel ve kültürel mirasımızın rant uğruna işletmeye dönüştürülmesine, büyük tesislerin ve birilerinin çıkarı için tahrip edilmesine razı değilim.
Kırk yıldır söylerim, Fethiye gibi benzersiz güzelliklere sahip bir ilçede uygulanması gereken: düşük yoğunluklu ve yüksek nitelikli turizm olmalıdır. Daha fazla yatağa değil, altyapıyı ve halkın yaşamını olumsuz etkilemeyecek kapasitede nitelikli yatağa ve tesise ihtiyacımız var. Butik turizm gibi iddialı bir tezim yok ama, sürdürülebilir ve ekolojik turizmin Fethiye’nin sorunlarının çözümü olduğunu biliyorum.
Bu gidişe dur denmezse, tarım gibi, hayvancılık gibi turizm de elden gidecek. Geriye işlevsiz beton yığınları ve ekonomik gücünü yitirmiş bir ilçe kalacak.
Gel de Kızılderili bilgeyi anma;
Son ırmak kuruduğunda,
Son ağaç yok olduğunda,
Son balık öldüğünde
Beyaz adam paranın yenemeyen bir şey olduğunu anlayacak!