FELSEFE TARİHİ ÜZERİNE 7 – UFUK SAKA
Tünelin Ucundaki Işık
Yeniden doğuş: Rönesans

Ortaçağ genel olarak Avrupa’nın en karanlık dönemi olarak adlandırılmasına rağmen Hıristiyan kilisesi, kendi içinden zaman ve mekanı, mutlak varlığı, tümeller ve tikeller sorunsalını irdeleyen filozofları çıkarabilmiştir. Kilise Babaları olarak da anılan bu filozoflar, daha çok ontolojinin tek bir yönünü, mutlak varlığı, bu varlığa amasız fakatsız itaati felsefi bakışla anlatırken engizisyon mahkemelerinin kararlarıyla insanların katli durmak bilmeden sürüyordu. Bu dönemde İslam coğrafyasında bir yanda dinin mutlak itaati gerektiren kuralları kelâm ve fıkıh ile tartışılmaya ve anlaşılmaya çalışılırken, diğer yandan antik Yunan ve Roma felsefesine ait eserler Süryanice ve Arapçaya çevrilerek felsefeye yeni ve farklı yaklaşımlar sergileniyordu.
Ortaçağ Avrupa’sında Katolik inancını katı ilkeler çerçevesinde korumak amacıyla kurulan ve bunlara karşı gelenleri sapkın sayarak cezalandıran kilise mahkemeleri olan engizisyonun olmadığı iki Avrupa ülkesi vardı: İngiltere ve Kastilya (İber Yarımadasındaki, daha sonra İspanya ile birleşen bir krallık). Bu dönemde, özellikle bilime alabildiğine uzak durulması gerektiğini açıkça ilan eden engizisyona karşı giderek bir öfke ve tepki oluştu. Ortaçağ karanlığına karşı başlayan tepkiler yine kilisenin içinden çıkmaya başladı.

Rönesans, Ortaçağ karanlığından sonra tünelin ucundaki ışığın göründüğü, hümanizm kavramının ilk kez ortaya çıktığı ve modernliğin önkoşullarının hazırlandığı bir dönemdir. Rönesans dönemi, Ortaçağdan Reformlara geçiş sürecindeki tarihsel ara dönem olarak da bilinir.
15 – 16. yüzyıl İtalya’sında batı ile klasik İlk Çağ (Eski Roma ve Yunan) eserleri incelenirken güzel sanatlar, bilim, felsefe ve mimarlıkla yeniden bağ kurulması sağlandı. Bu dönem Antik Yunan filozoflarının ve bilim insanlarının çalışmalarının çevrilerek yeniden okunmaya başlandığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın icat edilmesiyle bilginin geniş kitlelerle ulaşabildiği ve kökten değişimlerin yaşandığı bir dönemdir.
Kültürel şokun ürünü olarak ortaya çıkan hümanist tarih görüşünün Rönesans döneminde vücut bulduğunu söyleyen Fransız düşünür P. Hazard’a göre, antik Yunan medeniyetinin ürünleriyle Hıristiyanlık geleneği içinde karşı karşıya kalmış olmak insanları büyük ölçüde şaşırttı. Düşünürlerin, antik Yunan ve Roma medeniyetleri ile Ortaçağın Hıristiyan değerleri arasındaki anlayış farkının nasıl aşılması gerektiğini araştırmaya başlaması ile tünelin ucundaki ışığın görüneceği süreç başladı. Hazard, özellikle “şüpheci“ olarak tanımlanan tarihçilerin geçmişe sırt çevirmiş olmasını tarihin istikralı olmayışı, kavranmasının olanaksızlığı ve her zaman aldatıcı görünmesi ile izah eder.
SORU: 15’nci yüzyılda ilk kez telaffuz edilen “Hümanizm” kavramı günümüzde de aynı koruyuculuğa ve kapsayıcılığa sahip mi? Doğayı anlamak, hep birlikte barış içinde, adil bir şekilde, paylaşmayı bilerek ve yaşayarak ileriye gidebilmek için “Hümanizm” kavramı yeterli olabilir mi?

Bu dönemde gerçekleşen coğrafi keşifler Rönesans döneminin başlamasının ekonomik temellerini hazırladı. Matbaanın icadı ile de gelişimin önü tamamen açıldı. Rönesans dönemine imzasını atan ülke İtalya oldu. Antik çağın klasik metinlerinin adeta yeniden keşfi, mantık, matematik, temel bilimler ile birlikte kültür ve sanat eserlerinin de döneme damgasını vurmasına yol açtı. Bu entelektüel sürecin sonunda ortaya çıkan eserler ile “Avrupa Kültürü” denilebilecek güçlü bir kültürel donanım gerçekleşti.
Cennetten arsa satışları sona erdi!
Keşiflerin ardından ticaretin gelişmesiyle birlikte Rönesansın lokomotifi tüccarlar sınıfı oldu. En çok kazanç sağlayan ürün türlerini, bunların nereden temin edilip nerede satılacağını ve bu satışın gerçekleşmesi için hangi ulaşım yolunun seçileceğini araştıran ve bulan ticaret erbapları, elde ettikleri zenginliklerini öncelikle kârlılıklarını arttıracak endüstriyel alanlara ve ardından sanata yatırdılar!
Ortaçağda Avrupa’da insanın değeri yoktu! Engizisyon mahkemelerinde insanlar öldürülüyor servet sahibi olanların servetine çökülüyordu. Bu arada papazlar suçlu ilan ettiklerini kiliseye bağış adıyla aldıkları rüşvetler sonucunda affedebiliyordu. Dönemin Avrupa’sında papazlar eliyle cennetten arsa satışları yaygındı.
SORU: Ortaçağ Avrupa’sında engizisyon eliyle cennetten arsa satışı yapılması, yine engizisyonun varlıklı insanların mal ve mülküne çökmesi sizce artık tarihin kirli sayfalarında kalmış ve yaşanması imkansız olaylar mı? (Hatırlatma: Cevabınızı kendinize saklayınız!)
İnsanın keşfi
Ortaçağda mantık ve insani temeller kaybolmuştu. Pek çok düşünür ve bilim insanı ile birlikte dünyanın döndüğünü iddia eden Galileo Galilei de engizisyonda yargılanmış ve ölüme mahkum edilmekten bu tezini reddetmekle kurtulmuştu. Galileo’nun “Dünyanın döndüğünü reddetsek bile o dönmeye devam ediyor!” dediği söylenir. İşte Rönesans, Burkhard’ın da dediği gibi “İnsanın keşfedilmesidir.” Bu dönemde kendisini keşfeden insanlığın sanatçı ve üretken bireyleri sanata, resime, heykele, edebiyata, mimarlığa, tarihe, arkeolojiye önem verdiler. Yalın ve doğal olan mimari eserler bu dönemde vücut buldu.
SORU: İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda, dünya yüzeyinde hâlâ kendi Rönensansını yaşayamamış coğrafyalar, ülkeler var mıdır?

Avrupa için tünelin ucundaki ışık demek olan Rönesans, İtalya‘da başladı. Kısa sürede tüm Avrupa‘ya yayıldı. Almanya’da resimde, Fransa’da sanatta, İspanya‘da resimde ve edebiyatta, İngiltere’de edebiyatta önemli eserler ortaya çıktı. Rafael (Ressam), Leonardo da Vinci ile Michelangelo (İkisi de ressam, heykeltıraş, mimar ve edebiyatçıdır.), Machiavelli ile Tasso (Düşünür) 15. yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın başlarında hâlâ çok değerli olan eserleriyle İtalyan Rönesansına damgalarını vurdular.
Aynı dönemde Fransa’da edebiyat ve düşünce alanında Ronsard, Montaigne, Rabelais, İngiltere’de Hamlet başta olmak üzere birçok tiyatro eserleri üreten Shakespeare, İspanya‘da Don Kişot‘un yazarı Cervantes ile ressam Velasquez, Hollanda’da ressam Rembrandt, Polonya‘da ise gökbilimci Kopernik bu üretken dönemin önemli isimleri oldular. Almanya’da hümanizm ile birlikte Katolik inancı sorgulanmaya başlandı. Erasmus, Röklen ve Luther’in yanı sıra ressam Albrecht Dürer de eserleriyle bu dönemin üretken isimleri arasında yer aldılar.
Bu süreçte Prens adlı eseri ile ünlü olan İtalyan düşünür Niccolò Machiavelli’den bahsetmek gerekir.
Niccolo Machiavelli (1469-1531):

Özgür ansiklopedi, Vikipedi’de “Devlet adamı, askerî stratejist, şair ve oyun yazarı Floransalı düşünür.” olarak tanımlanan Machiavelli, İtalyan Rönesansının önemli bir ismi olup, günümüzde de bazı siyasetçilerin yakından takip edip yolunda yürüdükleri bir düşünürdür. Prens adlı eserinde iktidarın ele geçirilmesini ve korunmasını anlatırken hükmedenin gerektiği zaman dini de alet olarak kullanması gerektiğini söyler.
Bu düşünürün fikirleri, günümüzde de ilkesiz politik hırsın meşrulaştırılması şeklinde olumsuzlanarak yorumlansa da geçmişte ve günümüzde çok sayıda devlet adamının fiilen Machiavelli’den yararlandığı bilinmektedir. “Makyavelizm” olarak tanımlanan bu siyaset felsefesi terimi amaca giden her yolu mübah olarak görür. Bu tanım, bireysel ilişkiler alanında psikoloji terimi olarak da yerini almıştır.
Çok tartışılan bir düşünür olan Machiavelli’nin İtalya’nın bütünlüğü için uğraştığını savunan, hatta onu “Erken gelmiş Jakoben” olarak tanımlayan (Antonio Gramsci) filozoflar da vardır. Laikliği savunan, kiliseye karşı olan, insan doğasını kötü ve bencil olarak tanımlayan Machiavelli, hükümdarın halka karşı son derece dindar görünmesi gerektiğini vurgular!
SORU: Günümüzde Machiavelli’nin öğretilerine uygun olarak politika yapan ve başarılı olan politikacılar var mıdır?
Rönesansın tarih anlayışı
Bu tartışmalar sürecinde, Rönesansla birlikte tarih anlayışı, Batı düşüncesinde yeni özellikler kazanmaya başladı. Antik dönem filozoflarının hümanist tarih anlayışı, Rönesans sürecinde, insanların eylediklerini önemseyen ve insanı merkeze alan tarih düşüncesi olarak geliştirildi. Collingwood’a göre tarih, insanî tutkuların tarihi haline geldi. Tarihi, insan eylemlerinin manevi bir anatomisi olarak gören Hazard’a göre bu sayede insan karakteri hakkında sezgiler oluşturulabildi.
Rönesans döneminde belgelerin, tarih düşüncesindeki önemi örnek olaylarla gösterildi. İlerleme anlayışı öne çıkarıldı. Tarih, sadece siyasi tarih olmak yerine aynı zamanda farklı konuları da içermeye başladı. Bu tartışmalar, aydınlanma döneminde gelişen tarih anlayışının arka planını oluşturdu. En önemli özelliği de kiliseye karşı eleştirel bir bakış açısı geliştirildi.
Bir adım daha: Reform
Rönesansın bir sonucu olarak da görülebilecek olan Reformun ortaya çıkışında Rönesansa olan tepkinin payı da büyüktür. İncil’i esas alan reformistler, Rönesansla ortaya çıkan hümanizmin peşinden giderek Hıristiyanlığın ilk ve temiz halini bulmak istediler. Teolojik tartışmaların alevlendiği bu süreçte papalık hegemonyasına son vermek ve bozulmayı temizlemek üzere yine kilise içinden çıkan bazı isimler reform önerilerinde bulundular.
Rönesans’la gelişen özgürce düşünme, eleştirme ve yazma hareketi, Reform döneminde dinî konuların daha açık bir şekilde incelenmesine imkan sağladı. Reformla birlikte, dine karşı büyük tepki, tarihçilerin özgürlüğünü artırdı, dolayısıyla tarih çalışmalarının serbestçe yapılmasını sağladı. Protestan toplumlarda sanayileşme, liberalleşme, bireyselleşmenin gerçekleşmeye başladı.
Martin Luther: (1483-1546)

Alman Luther, inançlı bir Hıristiyan ve entelektüel bir teologdu. Kilisenin öğretilerine şüphe ile yaklaşıyordu. Kiliseden aforoz edilmesinin ardından Almanya’daki bir prensliğe sığınarak matbaanın icat edilmesinden de yararlanmak suretiyle düşüncelerini yayma imkanı buldu. Yeni Ahit’i Almancaya çevirdikten sonra Yahudileri doğru yola döndürebileceğini umarak çalışmalar yaptı. Bu gerçekleşmeyince katı bir antisemitik oldu. Kilisenin yenilenmesi demek olan reformasyon hareketinin öncü ismi Luther, özetle Papalık Kilisesi geleneğini reddederek İncil’in merkezi referans olması gerektiğine dair düşüncelerini 95 ayrı tez halinde yazarak yayınladı. Protestanlık mezhebinin kurucusu olan Luther, aynı zamanda otoriteye boyun eğilmesi gerektiği fikrinin yayılmasına da öncülük etti. Protestanlık kısa sürede Almanya sınırlarını aşarak dünyanın çeşitli ülkelerinde yaygınlaştı.
Luther’in açtığı yoldan giden diğer ülkelerdeki teologlar, Fransa’da Johannes Calvin ve İsviçre’de Ulrich Zwingli gibi isimler Reform Kiliseleri olarak adlandırılan hareketi başlattılar.
Reform dediysek de!
Kilisenin içinden gelen ve hepsi teolog olan bu isimlerin, engizisyon sürecinden sonra tamamen değişmeleri ve bir anda humanizmi her koşulda benimseyip, destekleyerek uygulayabilecekleri olgunluğa erişmeleri beklenemezdi. Reform ve aydınlanma hareketi içinde yer alan çeşitli isimlerin despot davranışları ilginçtir! Stefan Zweig, “Rotterdamlı Erasmus’un Zaferi” isimli kitabında reformun öncülerinden Luther’i Erasmus karşısında bir despot olarak gösterir. Luther’in Galilei’nin getirdiği yeniliklere de ciddi tepkiler verdiği bilinmektedir.
Aynı şekilde Fransız din reformcusu, Kalvinizm’in de kurucusu olan Jean Calvin de Kalvinizm’e karşı çıktığı için Miguel Servet’i yaktırdığı bilinir.