FELSEFE TARİHİ ÜZERİNE 4 – UFUK SAKA
“Felsefe Tarihi Üzerine” üst başlığına sahip olan yazı dizisini, AUZEF Felsefe Bölümü ders notlarımı esas alarak, felsefe üzerine yaptığım tüm okumaların bir sentezi halinde yazıyorum. İçinde subjektif yorumlar ve/veya hatalar olabilir. Amacım felsefeye merak uyandırarak okuyucunun burada sunulanlarla yetinmemesi ve felsefeüzerine daha çok eğilip filozofların yazdıkları başta olmak üzere felsefi eserleri okuyabilecekleri bir zeminin oluşmasına katkı sunmaktır.
Çünkü felsefe hayattır, hayatı yorumlama sanatıdır.
Ufuk SAKA
Felsefeyi göklerden indirip kentlere taşıyanlar: Sofistler
Mitolojiden felsefeye geçiş döneminde yaşayan doğa filozofları dünyayı ve evreni yaratan ana maddeyi merak ederek sorgulamışlardı. Onların evren tasavvurunda insan merkezi bir konumda yer almamıştı. Cornford, Sokrates öncesi felsefenin doğayı, Sokrates ve öğrencilerinin ise insan ruhunu keşfettiğini yazar. Gerçekten de Sokrates, insanın kendi bireysel varoluşunu sorgularken, öğrencisi Platon idealar sorununa kafayı takmıştır! Onun öğrencisi olan Aristotales ise Antik Yunan’ın temel sorunu olan “Değişime” kapsamlı bir açıklama getirir.
İsa’nın doğmasına 5 yüzyıl kala Antik Yunanda boy gösteren trajedi yazarları ve ardından Sokrates döneminden başlayıp Atina yıkılana kadar varlıklarını devam ettiren Sofistler; insanı evrenin, bilinen yaşanan dünyanın merkezine oturttular.
Antik Atina’da nutuk atmak

Önceki bölümlerde Antik Yunandaki polis devletlerinden ve onlardan biri olan Atina’dan kısaca bahsetmiştim. İnsanın, merkeze konması sürecini daha iyi anlayabilmek için o günkü Atina’nın sosyolojisinden biraz daha bahsetmemiz gerekiyor.
M.Ö. 5’nci yüzyılda Atina, özellikle Peleponnes Savaşlarından önceki dönemde hem ekonomik, hem de sosyal ve kültürel bakımdan büyük bir gelişme göstermekteydi. Nüfusu 400 bine yaklaşmıştı. Ancak bu nüfusunun sadece yüzde 10-12’si kadarı özgür yurttaş statüsüne sahipti. Özgür yurttaşlar arasında geçerli olan bir tür demokrasi uygulanmaktaydı. Atina demokrasisinde sadece polisi yönetecek devlet adamları seçilmezdi. Mahkeme kararları dahi el kaldırma demokrasisi ile alınırdı. Günümüzdeki ABD ceza mahkemeleri jüri sistemine benzeyen bu yargılama usulünde tüm özgür yurttaşlar el kaldırıp indirerek sanık hakkında verilen kararda söz sahibi olurdu. Bu sosyolojik koşullar iyi nutuk atabilmeyi önemli hale getirmişti. Siyasete girmek isteyen bir özgür Atinalı, önce kent meydanı demek olan ‘Agora’da sonrasında da ‘Meclis’te etkili söylevlere imza atabilmeliydi. Tarihin hemen her döneminde ve her yönetim şeklinde olduğu gibi halkın tamamını ilgilendiren tüm kararlar agorada yapılan kulislerde belirlenir ve meclise getirilerek devletin ali menfaatlerine uygun olduğu belirtilmek suretiyle mecliste kalkan ellerle alınırdı. Bu demokrasi modeli de Atina’da nutuk atmanın çok önemli halke gelmesine yol açtı. İşte sofistler bu şartlar altında icra-i sanat aylemeye başladılar.
SORU: Yukarıdaki metinden sonra Orhan Veli’nin yazdığı aşağıdaki üç mısralık şiirin, tarihin her döneminde geçerli olduğunu söylememiz mümkün mü?
Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik
Hitabet sanatı
Hitabetin bir sanat haline geldiği ve bu sanatı icra edenlerin Atina’da söz sahibi olabildiği görülünce, bu işten “ekmek yemek” isteyen sofistler, “Boş verin ilk maddeyi, ideaları, insanın varlık sorununu… Nihayetinde varız! Madem ki varız, Atina’da etkili olalım ve günlük bilgiye yoğunlaşalım.” dediler. Sofistlerden hitabet sanatı dersi alan Atinalı özgür yurttaş, etkili siyaset yapabilme imkanına kavuştu. Mahkemede hakim karşısında çıkan Atinalı, avukatlık mesleği olmadığından, haklılığını kanıtlamak için sofistlerden yardım almaya başladı. Hem davacının hem davalının mahkemede attıkları nutuklar, verilen kararlar üzerinde çok etkili olmaya başladı. Yaşanan bu durum, sofistlerin ücret karşılığı özel dersler vermesinin alt yapısını oluşturdu.
Sofistler söylemlerinde felsefenin artık insan, toplum, tarih ve kültür konularına yönelmesi gerektiğini önemle vurgulamaya başladılar. Sofist, Yunanca bilge anlamındaki ‘sophos’ sözcüğünden gelir. Homeros, ‘sophos’u bir zanaatta usta olma, kurnaz olma, zeki olma anlamlarında kullanırken Ksenephon ise bilgilerini para karşılığı satan kimselere bu adı verir. Günümüzde çok tarafgir tavır takınmayanlar ise sofisti, bilge ve kültürlü olup bildiklerini belli bir ücret karşılığı başkalarına öğreten kimse olarak tanımlar.
Epistemolojinin kurucu ortakları
Sofistler, bir felsefe okulunun öğrencileri değillerdi. Farklı dünya görüşlerine ve siyasi düşüncelere sahiptiler. Ortak yanları insanı merkeze alarak günlük yaşamda işlerine yarayacak bilgilerle donatarak hitabet sanatını öğretmekti. Sokrates, sofistlere itidalli bir muhalefetle yaklaşırken Platon ise tamamıyla karşıdır. Sofistler, insanla ilgili her konuda görüş sahibidirler. Gelenek ve görenekler, ahlak, din, kanunlar, dil ve en önemlisi bilginin olanağı dahil her konuyla ilgilenmişlerdir. Onlar erdem, toplumsal değerler, iyi ve güzel nedir gibi arkalarından gelen birçok filozofun daha derinlemesine ele alacağı konuları ilk işleyenlerdir. Dil, sofistlerin çok önem verdiği konulardan biridir. Ayrıca devletin insanlar açısından zorunlu bir yapı olup olmadığını ilk merak ederek inceleyenler de onlardır.
SORU: Sizce günümüzden 2 bin 500 yıl önce yaşayan sofistler devlet hakkında ne düşünüyorlardı? Devleti reddeden sofistler var mıydı? (Bu soru ilginizi çektiyse ve cevabını tam olarak bilmiyorsanız araştırmanızı öneririm. Bugünle kıyaslamalar yapmanızı sağlayacak ilginç noktalara rastlarsanız sakın şaşırmayın!)
Sofistere göre bilgi, bilen özneye göre değişir! Akılla kavranan hakikat değil, duyu bilgisidir. Bilgide doğruluk ve hakikat yerine, geçerliliğin öne çıkması gerektiğini savunurlar. Onlar felsefe tarihinin ilk kuşkucularıdır. Onlara göre algıyla kavradığımız görünenlerin ötesinde bir şey yoktur. Pedagojinin kurucuları olarak da kabul edilen sofistler, felsefeyi gökten indirip kentlere taşıdılar.
Protagoras ve Gorgias

Platon’dan önce yaşamış olan Protagoras ile Gorgias sofist düşüncenin kurucusu olarak kabul edilirler ve felsefe tarihinde sofistler hakkındaki genel olumsuz düşüncelerin aksine bu ikili değer verilen filozoflar arasında yer alır. Sokrates’in son döneminde ve Platon zamanında yaşayan sofistler daha “sıradan, kalitesiz, paragöz” filozoflar olarak anılır. Platon’un sofistlere karşı düşmanlık düzeyindeki karşı oluşunun ardındaki neden de budur. Demokritos’un öğrencisi olan Protagoras’a göre herşeyin ölçüsü insandır. Öznelci yaklaşıma sahip olan Protagoras’ın serleri: Gerçek, Büyük Tez, Tanrılar Hakkında.
Sofistler arasında önemli bir yere sahip olan Gorgias, “Bir şey varsa bile kavranamaz, kavransa bile ifade edilemez!” sözü ile ünlüdür. Eseri: Var olan veya Doğa Üzerine.
Sokrates, sofistler ve bilgi felsefesi
Bilginin subjektif mi, yoksa objektif mi olduğu tartışmasını ilk başlatan sofistlerdir. Subjektif ve izafi bilginin, bilgi (episteme) değil sanı (doxa) olduğunu savunan Platon’un aksine sofistler, bilgiyi bireysel öznellikle sınırlandırmışlardır.

Bilginin sınırları sorunu felsefi sistemin bilgi felsefesi (Epistemoloji) karşısındaki duruşunu tayin eder. Deneyciler yani empristler bilginin sınırını insanın algılarıyla eşitlemişlerken akılcılar yani rasyonalistler bilginin sınırlarının algı sınırlarının ötesinde olabileceğini savunmuşlardır. Deneyden önce gelen a priori ve metafizik bilgilerin algıyla elde edilen bilgiden önce geldiğini vurgulamışlardır. Sezgiciler (entüisyonizm) ise insanın akıl ve algısının dışında sezgisel olarak da bilgiye sahip olunabileceğini iddia etmektedirler. Dogmatizmin zıddı kuşkuculuk, empirizmin zıddı ise rasyonalizmdir.
Aşırı kuşkucu filozoflar her türden doğru bilginin olanağına karşı şüphe içindedir. Onlara göre bilginin imkanı ve kesinliğine ilişkin hiçbir akıl yürütme, düşünme ikna edici değildir. Protagoras, Gorgias başta olmak üzere sofistler nesnel ve genel geçer bilginin imkanına dair aşırı kuşkucu pozisyonundadırlar.
Bilgi meselesini ele alan ilk filozof olan Sokrates, sofistlerin öznel ve bireysel bilgi anlayışına karşı evrenselliği savunur. Sokrates’in görüşleri Platon eserlerinden bilinir. Bu yüzden Sokrates ve Platon’u birbirinden ayırmak çok güçtür. Sokratik diyaloglar olarak adlandırılan Platon’un ilk dönem eserleri, Sokrates’in Savunması, Krito, Euthifron, Lakes, Ion, Protagoras, Lisis, Devlet’tir. Bu eserlerde Sokrates belirleyici kişi konumundadır ama tartışmalar ucu açık bir şekilde devam eder.
SAĞALTIM OLARAK FELSEFE: HELENİSTİK DÖNEM
Antik Yunanda. Aristotales’in ölümünden sonraki dönemde, İsa’nın doğumundan 300 sene once başlayıp, İsa’dan sonra 200 senesine dek devam eden 500 yıllık döneme Helenistik Dönem denir. Bu 500 yıllık dönemde ortaya çıkan felsefi akımları,
*Köpeksiler
*Hazcılar
*Stoacılık ve
*Kuşkuculuk başlıkları altında özetle inceleyelim.
Köpeksiler
Köpeksiler yani Kiniklerin kurucusu Anthisthenes’tir.
Köpeksiler hiçbir toplumsal yaşam tarzına ve kurala uymazlar. Son derece pejmurde giyinirler, atıklarla beslenirler, genellikle evleri barınakları bulunmaz. Onlar, arethe dedikleri iyi hayatın doğaya uyumlu yaşamak olduğuna inanırlar. Haz’dan uzak dururlar. Hazzın karşısına güçlük ve sıkıntının konması gerektiğini söylerler.
Kurucusu Anthisthenes, önce sofist Gorgias’tan, ardından Sokrates’ten ders aldı ve daha sonra kendi okulunu kurdu. Kinik Okulunda önemli olanın erdem olduğunu ve erdemin bilgelikle elde edilebilen bir kendine yetme durumu olduğunu öğrencilerine anlattı. Ona göre özgürlük, insanın kendini her türlü ihtiyaçtan kurtarması, tüm toplumsal bağları ve baskıları aşması ve sadece kendine dayanarak yaşamda var olabilmesidir.

Kinik ekolün en ünlü temsilcilerinden biri de Sinoplu Diyojen’dir. Sinop’ta doğan ve daha sonra babasıyla birlikte Atina’ya sürgün gönderilen Diyojen, burada bir fıçı ve elindeki bir tasla yaşamını sürdürdü. Makedonya İmparatoru Büyük İskender’in Diyojen ile olan diyaloğu meşhurdur. Aristotales’in öğrencisi olan İskender, bilge insanlara karşı saygılıdır. Fıçıda yaşayan Diyojen ile karşılaştığında ona ne istediğini sorduğu, Diyojen’in de onu “Gölge etme başka ihsan istemem!” diye yanıtladığı anlatılır. Oysa Diyojen’in İskender’e güneşi işaret ederek “Benden bana veremeyeceğin şeyi esirgeme!” dediği iddiası daha fazla kabul görmektedir.
SORU: Amazonların Karadeniz’i geçip ilk yerleştikleri yerdi ve adını da bir Amazon kraliçesinden aldı. Diyojen orada doğdu ve büyüdü. Şehirde Diyojen’in bir heykeli bulunuyor. Ayrıca Sabahattin Ali dahil birçok ismin mahpus edildiği meşhur bir hapisanesi var ve burası şimdi müze haline getirildi. Bu şehrin neresi olduğunu biliyor musunuz? Gezip görmeyi ister misiniz?
Hazcılar
Aristotales’in ölümünden sonra kendi okulunu kuran ve Hazcılar olarak anılan akımın kurucusu olan Epikuros, iyi bir hayat yaşayarak mutlu olmayı amaçlamaktadır. Geliştirdiği ahlak felsefesinin temelinde mutluluk yani eudaimonia vardır. Ona göre istemlerin yalın ve ulaşılır olması şarttır. İyinin ölçütü olarak duyguları alan Epikuros, hazzı; bedenin acıdan, ruhun kaygıdan arınması olarak tarif eder ve onu ölçülü biçimde doyurmak gerektiğini söyler. Fakat hazzı, zevk, eğlence ve şaşaa olarak algılayan hedonistlerden tamamen farklı olarak Epikürcüler hazzı beden sağlığı ve ruhun dinginliği olarak açıklar.
Hazcılar, bugünlerde survivor olarak meşhur edilen deyime uygun olarak hayatta kalabilmek için beslenmeyi, içmeyi, barınmayı yani sağlıklı olmayı doğal ve zorunlu arzular, cinsel faaliyetleri ve keyifle yeyip içmeyi doğal ama zorunlu olmayan arzular, mal sahibi, mülk sahibi, ün sahibi olmayı, ihtişam içinde yaşamayı ne doğal ne de zorunlu olmayan arzular şeklinde tanımlar.
SORU: Ülkemizde ne doğal ne de zorunlu olan ama kendilerini yücelttiklerine inandıkları arzularına uygun olarak yaşayan, mal, mülk, saray sahibi olan, ihtişam içinde yüzen, üstelik bunları kendi parasıyla elde etmeyen tanıdığınız meşhur insanlar var mıdır? (Bunun cevabını elbette bilyoruz: Yoktur! Olamaz! Katiyen olmaz, olamaz!)
Stoacılık
Stoa Okulunun kurucusu olan Kıbrıslı Zenon’a görefelaketleri soğukkanlılıkla karşılamak gerekir. Okulunda öğretilen felsefeye göre insanlar katlanmayı, sabretmeyi bilmelidir. Doğru yaşam doğaya uygun yaşamaktır. Böyle yaşamak için akla uygun yaşamak gerekir. Kişi, kendi küçük doğası ile herkes için gerekli olan büyük doğaya uyumlu yaşamalıdır. Uyum, yetinmesini bilmektir.
Zenon’a göre Tanrı, insanları bir araya getiren bir ateş veya sıcak nefestir. Gerçek olan her şey de maddidir. Stoacılık eski, orta ve geç stoacılık diye üç evrede incelenir. İlk iki evreye ait hiç bir yazılı döküman günümüze ulaşmamıştır. Rufus, Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius ile anılan geç stoacılık dönemine ait Roma metinleri ise günümüze ulaşabilmişlerdir.
Kuşkuculuk
Şüphecilik ve septisizm de denilen kuşkuculuğun kurucusu sofistlerden Protagoras olmasına rağmen bu öğretiyi en üst safhaya taşıyan Pyrrhon’dur ve onun ismi ile anılır. Kurucusunun önüne geçen Pyrrhon’a göre hiç kimse bir şey bilemez. Hatta hiç kimsenin bir şey bilemediği bile kesin değildir!
Sokrates gibi kendi düşüncelerini açıkladığı bir eseri bulunmayan Pyrrhon’un, insanların çok çabuk inandıklarını ve bu durumun akılları karıştırmakla kalmayıp ruhları da huzursuz ettiğini söylediği bugünlere dek aktarılageldi. Filozofun bu nedenle, yargılardan kaçınılmasına, sorgulamanın esas olmasına vurgu yaptığı dile getirilmektedir.