FELSEFE TARİHİ 6 – İSLAM FELSEFESİ – DOĞUŞU VE YÜKSELİŞİ / UFUK SAKA

Günümüzde İsrail’in Gazze’ye saldırısı, Filistinlilerin katledilmesi ile dünya gündeminin üst sıralarında yer alan, kan ve gözyaşının tarih boyunca eksik olmadığı Ortadoğu’da, Hz. Muhammed’in doğumundan sonra İslamiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte, özellikle 700 ile 1200 yılları arasında İslam Felsefesi etkili oldu.

İsa’nın doğmasından önceki 7’nci yüzyıl ile sonraki 6’ncı yüzyıl arasında Anadolu’da ve Antik Yunan’da ortaya çıkarak Akdeniz’de etkili olan felsefenin gelişmesi yaklaşık 1300 yıllık sürecin ardından 12. yüzyıla dek (Patristik döneme kadar) adeta dondu ve felsefi tartışmalar Ortadoğu’ya kaydı.

Soru: Günümüzde Ortadoğuya baktığımızda dinlerin burada yaşayan halklar üzerindeki etkisini görebiliyor ve farklı farklı yorumlayabiliyoruz. Sizce 500’er yıllık periyotlarl,  2000 yıl öncesinde, 1500 yıl öncesinde ve 500 yıl öncesinde aynı coğrafyada bilim, felsefe, ahlak, din ve sosyal konularda neler yaşanıyordu? Bu periyotlar arasında keskin değişimler yaşandı mı? Cevabınız ‘evet’ ise bu keskin değişimlere neden olan etmenler neydi?

Zengin bir kültürel mirasın üzerine

İslam felsefesinin etkili olmasında kentlerin ve onların başındaki yöneticilerin payı büyüktü. Zaten uzun yıllar boyunca bilime, hukuka  ve düşünceye önem veren bu coğrafyada İslam’ın vücut bulmasıyla birlikte İslami düşünce etkili oldu. Bu dönemde Avrupa, büyük göçlerle uğraşıyor ve kilisenin baskısı altında bunalıyordu. Bu baskı ve demografik kaos Avrupa’nın önemli düşün insanlarının Ortadoğu’ya göçmesine neden oldu.  6. asırda Bizans’ın işgaliyle birlikte Atina, felsefenin merkezi olmaktan çıktı. Kapatılan Atina Okulu’nun saygın hocaları Damascius  ve Simplicius, Sasani şehri Cündişapur’a (Bugün var olmayan İslam tarihinde önemli bir yere sahip olan İran’da bir tarihi kent) göçtüler. Bu şehir giderek önemli bir felsefe ve tıp merkezi oldu..

Dönemin diğer bir felsefe merkezi de İskenderiye’ydi. Platon, Aristoteles ve Pisagor’un düşüncelerinden etkilenen karma bir felsefi bakış kentte etkiliydi. Hz. Muhammed döneminde ve sonrasındaki İslami fetihlerde dünyanın kültürel ve düşünsel bakımdan önemli kentleri ele geçirildi. Mısır, Şam, Bağdat değişik İslam Hükümdarlıkları döneminde fethedildi. Fetihlerin devam etmesiyle birlikte Antakya, Harran, Urfa, Kinnesrin ve Nusaybin de önemli düşünce merkezleri oldular.

Bu kentlerde yaşayan ve Süryanice konuşan aydınlar Yunanca eserleri Süryaniceye çevirdiler. Süryaniceye çevrilen eserler daha sonra Arapçaya tercüme edildi ve Arap dünyasında felsefeye olan ilgi arttı. Çeviri hareketi denilen bu süreç 8. yüzyılda başladı. Harun Reşid’in oğlu Me’mûn, 830 yılında Bağdat’ta Felsefe Evi’ni (Beytü’l-Hikme) kurdu. Yunanca’dan Süryanice’ye yapılan çeviriler daha sonra Yunanca’dan Arapça’ya doğru kaydı. Çevrilen kitaplar sadece felsefe ile ilgili değildi. Astronomi ve tıp kitapları da bu süreçte büyük ilgi gördü ve çeviri hareketi iki asırdan daha uzun sürdü.

Fetihler sonrasında İslam’ı savunma çabası içindeki Araplar; Yahudi, Hıristiyan, Fars ve diğer  toplulukların kültürleri ve gelenekleriyle karşılaştılar. İslamı geliştirmek, yaymak , hatta derinleştirerek diğer topluluklara karşı savunmak için felsefi düiüncenin konuşulup tartışılmasına engel olmadılar.

Aslında İslamiyette çok önemli bir yeri olan “Kelam” ilmi de bu ortamda vücut buldu! Kuran’ı Kerim hakkında yapılan kavramsal çalışmalar demek olan Kelam, Hz. Muhammed’ten sonra yaşanan tüm sorunlara çözüm bulmak üzere Kuran’ı Kerim’in  yorumlanmasıyla değer kazandı. Ayrıca ayetler arasındaki çelişkili gibi görünen konuların çözüme kavuşturulabilimesi de Kelamın kapsamındadır. Bir tartışma ve yorumlama geleneği olan Kelam, hak, hukuk, adalet gibi konuların tartışılmasını da sağladı. Kelam ilminde ispat edilebilir mantıksal çıkarımların yapılması lazımdır.

Kelam ilminden bahsetmişken fıkıh ilminden bahsetmemek olmaz. Fıkıh, aslında İslam hukukunu yorumlamak ve uygulamak olarak genel kabul gören bir kavramdır. Fıkıh; bireyin hak, yetki ve sorumluluklarının bilincinde olması anlamına gelir. Fıkıh ilmi ise kişinin Allah’a karşı ibadet yükümlülüğünü, helal ile haramı ve kişiler arası ilişkileri inceler. Fıkıh ilminin temel kaynakları Kur’an, sünnet, icma ve kıyastır. Bu özelliği ile Kelam ve Fıkıh ilimleri birbirlerini tamamlar. 

Kelam ve fıkıh ilmi ile uğraşan İslam alimlerinin önemli bir bölümü felsefeye karşı çok sert tavır alırlar ve felsefe ile İslamiyetin bir arada düşünülemeyeceğini savunurlar. Çünkü, İslamiyette (diğer tek tanrılı dinlerde de) Allah mutlaktır ve onun sözleri tartışılamaz; sadece itaat etmek gerekir.

Ödev: Bildiğiniz birbiriyle çelişkili görülen ayetler var mı?  Kelam ilminin, çelişkili görülen ayetleri nasıl bir anlam bütünlüğü içinde çözüme kavuşturmuştur?

Soru: Kelam ve fıkıh ilmiyle uğraşanlar felsefeye neden karşı çıkmaktadırlar?

Felsefeye ve bilime değer veren hükümdarlar

İslam felsefesinin gelişmesinde filozofları ve bilginleri himayesi altına hükümdarların payı büyüktür. Düşünürlere maaş ödemekle kalmayan dönemin iktidar sahipleri ve zenginleri, onlara ayrıca kaynak toplanması, el yazması kitapların temini, çalışma ortamı ve gerekli araçlarının sağlanması yönünde de çeşitli imkanlar sağladılar.  

İslam dünyasında Kelam’dan felsefeye geçişte Plotinus ve öğrencisi Porfirius başını çektiği Yeni Platonculuk akımı etkili oldu. Akıl biçiminde var olan mutlak varlığın südûr, yani taşma ile bütün varlıkların ortaya çıkmasını sağladığını savunan ve “tekçi” olarak anılan bu öğretiyle, İslam’daki “Allah” inancı ve kainat düşüncesi paralellik gösterince  Plotinus’un eserleri Arapça’ya çevrilmeye başladı.

Çeviri hareketi

Bu herketi başlatan ve aynı zamanda bir matematikçi olan Kindi, aynı zamanda felsefe hakkında Arapça yazan ilk düşünürdür. Arapçaya çevrilen ilk felsefi eser ise Platinus’un Enneadleri olup çeviri hareketi içinde yer alan Kindi ve çevresindeki İslam filozofları Platon, Aristo ve Platinus’un düşünceleriyle İslamın temel ilkelerinin sentezi arayışı içinde oldular. Çeviri hareketi, Yunanca ve Süryanice’den Arapça’ya yapılan çevirilerle 8. asırda başladı. Emevi hükümdarı Yezid döneminde tıp, kimya ve astroloji çevirileri de yapıldı

Meşşaiye

Meşy, yürümek demektir. Aristotalesçi perepatetik geleneğine dayanır. Kindi aynı zamanda ilk Meşşaiye filozofudur.  Hakikati, kaynağına ve kimden geldiğine bakmadan savunmayı öğütleyen Kindi, Aristo’nun evrenin ezeli oluşu görüşüne katılmaz ve evrenin yaratıcısı olduğunu söyler. Ona göre ilk neden (El-Evvel), Allah’tır.

Farabi: Aristotales yorumculuğunun yanı sıra bağımsız fikirler de sunan Farabi, Aristotales’in mantık külliyatını İslam dünyasına tanıttı. Bu nedenle “İkinci öğretmen (Muallim-i sânî)” olarak anılır. İdeal Kent adlı eserinde ontoloji-metafizik temelli bir siyaset teorisi inşa etti. Devleti en iyi yönetecek olananın filozoflar olduğunu söyleyen Platon’a bir ekleme yaparak “Filozoflar ve peygamberler” olduğunu söyledi. Bilgi, Metafizik ve Mantık diğer eserleridir.

İbn Sina: Aynı zamanda bir hekim olan İbn Sina, Aristotalesciliği ve Platonculuğu özgün bir şekilde birleştiren bir felsefeyi savundu.  Üstelik bu felsefeyi İslam teolojisi ile birleştirdi. O, akli nefsin, Aristotales’in eudaimonia dediği mutluluğa ulaşması için bedeninde var olan öfke ve arzuyu kontrol altına alabilmesi gerektiğini söylemektedir. Bir insanın öfke ve arzusu, karakterine ve huyuna bağlıdır. Ona göre insanın karakteri dört sıvı tarafından belirlenir: Kan, balgam, sarı safra, kara safra.

İslam felsefesi,

  • İbn Sina Öncesi  
  • İbn Sina Sonrası olarak incelenir.
  • Aristotales’ten sonra özgün bir metafizik kitabı yazan tek isim oldu. Zorunlu ile mümkün, varlık ile mahiyet gibi kavram çiftlerini metafiziği için elverişli hale getirdi.

İbn Sina, bir kıyasta zorlukla karşılaştığı zaman camiye gidip namaz kıldığını ve daha sonra eve gelerek bir miktar şarabın eşliğinde çalıştığını otobiyografisinde yazmaktadır. Zira antik ve ortaçağ farmakolojisinde -burada İbn Sînâ’nın bir hekim olduğunu unutmamalıyız- şarap, bedenin farklı sıvılarını dengelemek için kullanılmaktaydı. Yağlı yiyeceklerin, soğuk yemeklerin ve süt ürünlerinin balgama neden olduğunu vurgulayarak bunlardan kaçınılması gerektiğini söyler. Bu tür yiyeceklerin vücudun mukus (sümük) üretimini artırdığına dikkat çeken İbn Sina, şarabı da bir ilaç olarak içmekteydi.  

İbn Rüşt: Aristotalesçi bir filozoftur. Din ile felsefe arasında hiçbir farkın olmadığını söyleyerek “Çifte Hakikat” öğretisini ortaya koydu. Kısa bir süre İbn Bâcce’den ders aldı. Merakeş’e gitikten sonra astronomi ile ilgilenmeye başladı. İbn Tufeyl’in önermesi ve desteği ile Aristotales’in eserleriyle tanıştı.

Gazzali: Akıl ileimanın birlikte düşünülemeueceğiini savunan Gazzali,  Yunan felsefinin İslamın öğretilerine ters düştüğünü söyler. Tüm filozofları ama özellikle İslam fiozoflarını küfre düşmekle suçladı. Filozofların tutarsızlıklarını gösterebilmek için onların eserlerini okuyarak karşı tezlerini kaleme alan Gazzali, aslında felsefi tartışmaların içinde yer alan önemli bir isimdir.

Değişik akımlar

Hz. Muhammed’den sonra felsefi tartışmaların yoğunlaştığı İslam dünyasında sanılanın aksine çok farklı inanç ve düşünce grupları da vardı. Dehriyye olarak anılan düşünce sisteminin  temsilcisi İbnü-r Ravendi, kainatın yaratıcısı olmaksızın ezeli ve ebedi olduğunu savunuyordu. Materyalist bir felsefi tavır içinde yer alan Ravendi, varlığı verenin doğa, yok edenin ise zaman olduğunu söyler. Dehr, mutlak zaman demektir. 

Bir yaratıcıyı benimseyen Geber Cabir Hayyam ve Razi, Tabiatçılar (Tabbiyeciler) olarak anılırlar. Geber Cabir Hayyam, aynı zamanda kimya biliminin kurucularından biri olarak kabul görür. Razi ise hekimdir. Razi, Aristotales karşıtı olarak aklı, vahyin önüne koyar. Onlara göre evrenin oluşumundaki beş öge, Tanrı, ruh, madde, yer ve zamandır.

Temsilcileri bilinmeyen ama felsefe tarihine İhvan-ı SAFA, Temizlik Kardeşleri olarakgeçen bu akım eserleri olan Resail ile bilinir. Ansiklopedik bir eser olan Resail, dini, felsefi bir bakışla yorumlamaktadırlar. İnsanlığın tüm miraslarını sahiplenirler.

İşrak’ın yani kişisel aydınlanmanınakıl yoluyla değil, içe bakışla elde edilen bilgi olduğunu savunan İşrakkiye hareketinin kuramcısı Sühreverdi gizemci bir tavır içindedir.

Soru: Felsefi birikimin korunup geliştirilmesinde İslam felsefesinin nasıl bir rolü olmuştur? İslamın, ilerleyen dönemlerde felsefeden giderek uzaklaşılmasına neden olduğunu düşünüyor musunuz? Neden?

Yorum, görüş ve önerileriniz