DÜŞÜNEN HERKES FELSEFE YAPMAYA MEYİLLİDİR! – UFUK SAKA

İnsanlık geçirdiği evrimle birlikte ayağa kalktıktan sonra düşünmeye, beynini daha fazla kullanmaya başladı. İçgüdüsel davranışlarını, düşünerek, ne yapması gerektiğine karar vererek yani ilkel anlamıyla bile olsa mantığını kullanarak zenginleştirdi. Bunun sonucunda ateşi kullanmaya, canlı tutmaya, iş bölümü yapmaya başladı. Tekerliği icat etti. Avlarını pişirerek yemeye başlaması beyinlerinin gelişmesini ve onu daha çok kullanabilmelerini sağladı.

Sonra… Merak etmeye başladı! İnsanın başına zaten ne gelirse meraktan gelir ya, işte bu merak sonucunda, “Ben kimim? Nerede yaşıyorum? Doğal felaketlerin sebebi ne? Neden ölüyorum? Bizi var eden nedir? Nerden geldik nereye gidiyoruz?” sorularına cevaplar aradı. Cevabını bilemediği bu soruların tümüne toptan bir cevap verdi ve tanrıları keşfetti! Muhtemelen insanlığın tanrıları keşfi, tekerleğin icadından binlerce yıl önce gerçekleşti.

Mitoloji ve destanlar

Zeus

İnsanlar, Tanrıları keşfettikten sonra onlarla ilgili hikayeler uydurup (!) anlatmaya başladı. Bu öykülere, Yunanca “söz, öykü” anlamına gelenmitos ve“akıl ile kavrama” anlamına gelen logos kelimelerinden oluşan bir kelime türetilerek mitoloji denildi. Yunan Mitolojisi de ağırlıklı olarak insanların tanrılara bakışından ve onlarla mücadelesinden oluşuyor. Tanrıların tanrısı Zeus, bizim bugün yaşadığımız topraklarda yaşamış! İda Dağını (Kaz Dağları) kendine mesken tutmuş! Ama insanlar ilerleyen zamanlarda; tanrı, yarı tanrı, akraba, ölümlü demeden her hatun kişiye ilgi gösteren, çapkın ve aynı zamanda astığı astık bir tanrı olan Zeus’u öldürüp yerine tek tanrıyı koyuverdiler.

Soru: Zeus, insan evlatlarının kafasında yok edilmeseydi, acaba bugün İda Dağını altın aramak için katledip mahveden Bay Cengiz’le başa çıkabilir miydi?

Homeros, zamanının hayal gücü en yüksek öykücüsü olarak öne çıktı ve aradan neredeyse 3 bin yıl geçmiş olmasına rağmen hala bilinip tanınıyor. Onun İlyada ve Odysseia Destanları yazılı hale getirilene dek sözlü anlatımlarla kuşaktan kuşağa nakledildi. Yazıya döküldükten, matbaanın icadıyla birlikte kitap halinde basıldıktan sonra sinema filmlerine dahi konu oldu.

İlyada, Homeros’un Truva Savaşı’nı anlatan destanıdır. Yunancada Odysseia ile birlikte en eski destan olduğu düşünülen, epik bir şiirdir. Eldeki veriler ışığında Homeros tarafından MÖ 7. ya da 8. yüzyılda dile getirildiği düşünülen, Antik Yunan edebiyatının temel eserlerinden biridir.

Odysseia, on yıl süren Truva Savaşından on yıl sonra başlar. Homeros bu öyküsünde henüz savaştan evine dönmemiş Odysseus’un, zekâ, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçası Athene ile onun düşmanı olan deniz tanrısı Poseidon ve kral tanrı Zeus arasında geçen güç mücadelesini anlatır.

Milet Okulu Filozofları

Zaman ilerledikçe meraklı insanlar anlatılan öyküleri inandırıcı bulmamaya, sorularına mitolojinin cevap veremediğini görmeye başladılar. İsa doğmadan önceki 6. yüzyılda, yine bugün yaşadığımız topraklar üzerinde, Didim’de, Milet Antik Kentinde sorularına cevap arayan meraklı birkaç insan Milet Okulunu kurdular. Bu okulun ilk öğreteni  Thales’ti. Aristoteles, felsefe tarihini Thales ile başlatır. Thales, mitolojinin de etkisiyle her şeyin temelinde bulunan “ilk nedeni, arkheyi” aramaya başlar. Sonunda bir doğa filozofu olarak ilk nedenin “su” olduğu sonucuna varır.

Onun ardından öğrencisi Anaksimandros gelir. Arkhe sorunu hakkında onun cevabı sonsuzluktur. Apeiron olarak tanımladığı sonsuzluk, ona göre tüm nesnelerin içinde nesne ile kaynaşmış bir şekilde bulunan ve mekansal olarak sınırsız ve tükenmez bir kaynaktı. 

Doğa filozofları olarak da anılan Milet Okulunun sonuncu meraklısı, araştıranı ve öğreteni  Anaksimenes oldu. O da Thales ve Anaksimandros gibi arkhe sorununu doğa ve maddi temelde açıkladı. İlk maddenin yani arkhenin hava olduğunu söyledi.

Felsefenin dallanıp budaklanması

Milet Okulunun üç öğreteni ilk maddeyi araştırmakla uğraşırken Antik Yunanda felsefe farklı kollarıyla araştırılmaya, konuşulmaya başlandı. Temel sorun olarak varlığı ele alan filozoflar ontoloji adı verilen deryalar kadar geniş ve derin olan bir konuya daldılar. Düşüncenin mi varlığı, yoksa varlığın mı düşünceyi yarattığı sorusuna verilen cevaplar, ontoloji ile ilgilenenleri, idealistler ve materyalistler olarak ikiye ayırdı.

Soru: İdealizmin, bugünkü kullanılan şekliyle “idealleri peşinde koşan insan” tanımıyla etimolojik bağı dışında direkt bir ilgisi var mıdır? 

Varlık meselesi araştırılırken bilgi meselesi de gündeme geldi. Epistemoloji, bilginin ne olduğu, nasıl öğrenildiği, öğretildiği ve üretildiği ile ilgilenen bir dal olarak felsefedeki yerini aldı. Hatırlarsanız eski Maliye Bakanı Nureddin Nebati, yaşanan enflasyonun anlatmak yerine anlaşılmaz kılmak için olmalı, epistemolojiden bahsederek felsefeye adeta nanik yapmıştı: “Neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heteredoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomi ile daha fazla önem kazanmaktadır.”

Soru: Nureddin Nebati bu cümlesiyle “Antik Yunan ve Antik Roma dönemine ait tarzların yeniden canlandırılmasıyla ortaya çıkan ekonomi düşüncesinden bilgi felefesi bağlamında bir kopuşu temsil eden ve ana akımdan uzaklaşan bir yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan psikolojinin de içinde yer aldığı ekonomi ve beynin karar verme yetilerini de etkileyerek daha fazla önem kazanmaktadır.” demek mi istedi?

Aksiyoloji, yani değerler felsefesi, mantık, ahlak (etik) ve estetik ile ilgilenen önemli bir felsefe dalıdır. Dil ve siyaset felsefeleri de felsefenin diğer önemli dallarını oluşturur.

Antik Yunan’ın Sokrat’tan önceki filozofları

Pythagoras

Sırasıyla birbirleriyle hoca-talebe ilişkisi içinde yer alan Sokrates, Platon ve Aristotales’e geçmeden önce Miletli doğa filozoflarıyla başlayan Sokrates öncesi diğer filozoflardan da bahsetmek gerekir. Matematik ve özellikle geometrinin babası sayılabilecek olan Pythagoras, kendi okulunda adeta bir tarikat hiyerarşisi içinde dersler vermekteydi. Onun gösterdiği ilk neden (Arkhe) “sayılar” oldu. Sayılar arasında kendiliğinden oluşan bağı anlamaya ve anlatmaya çalıştı. İsa’nın doğmasına altı yüz yıl varken yaşayan Pythagoras, meşhur “Pisagor teoremi”yle dik üçgenler arasındaki bağdan hareketle birçok geometrik problemin çözümlenmesini sağladı.

Herakleitos, Milet Okulunda ortaya atılan ilk nedenin ne olacağına dair soruya ateş, Parmenides logos, yani akıl, oran ve ölçü cevabını verdiler. Empedokles hepsini birleştirip doğada bulunan dört elementin toprak, hava, ateş ve su olduğunu düşündü.

Soru: Cem Yılmaz’ın, G.O.R.A isimli meşhur komedi filminde ilk nedenleri “Ateş, sutoprak, tahta!” olarak sıralaması sadece bir espriden mi ibarettir? Yoksa Göktürkler’de ağacın hayatın kaynağı olarak gösterilmesine mi gönderme yapıyor? Neticede ağaçtan da tahta elde edilir, değil mi?

Sokrat öncesi filozoflardan Anaksagoras her şeyin sonsuz sayıda küçük tohumcuktan yani spermatadan oluştuğunu söylerken, Leukippos ve Demokritos ise ilk nedeni atom olarak belirttiler.

Hocalar ve sonradan hoca olan öğrencileri

Soru: Öğretmen ile hoca aynı kelime midir? Aynı değil diyorsanız, hocayı sadece cami hocası olarak mı algılıyorsunuz? Öğretmen müfredata ve kitaplara uygun bilgiler veren ve günümüz eğitim ve öğretim sürecinde çok değerli olan insanlarken, hocaları (Cami hocalarını, imamları değil) elinde bir program ve hazır bilgi yokken yaşadıklarından ders çıkaran, merak eden, yorumlayan ve biriktirdiklerini tartışmaya açan kişiler olarak görmek yanlış bir bakış açısı olarak değerlendirilebilir mi?

Sokrates

Antik Yunan’da felsefenin şaha kalkması üç isimle gerçekleşti: Sokrates, Platon ve Aristotales. Sokrat Platon’un, Platon Aristo’nun, Aristo ise Büyük İskender’in hocalarıydı. Ama Büyük İskender’in felsefeyle direkt bir ilgisi olmadı!

Atinalı bu üçlünün art arda yaşadıkları zaman dilimlerinde Atina ile Isparta (Aslı Sparta) arasında 30 yıla yakın süren Peleponnes Savaşları olmuştu ve savaşın yıkımları Atina’da sorgulanıyordu. Bu iki şehir devletinden (Polis) Atina, bugünkü yerindeyken, Sparta birkaç yüz kilometre güneyde Mora Yarımadasındaydı. Atina demokrasi ile yönetilirken, Sparta’da ise oligarşik bir yönetim vardı.

Bir yandan savaştan yıkılmış diğer yandan nüfusunun üçte birini veba salgınında kaybetmiş Atina’da savaştan hemen önce doğan Sokrates, Peleponnes Savaşlarında asker olarak da savaştı. Babası şehrin en zengini değildi ama malı, mülkü, parası olan biri olduğu için Sokrat, çalışmak, yorulmak zorunda kalmadı. Düşündü, yalın ayak sokaklarda dolaştı, sordu ve doğurttu! Annesi ebeydi babası duvar işçisi bir zanaatkar! İkisinin mesleğinden de yararlandı! Atinalı gençlere yönelttiği sorularıyla onların doğru cevaplara ulaşmasını sağladı. Atina’da mecliste yaptığı bir konuşmada, “Ben Atina’nın at sineğiyim. Bana teşekkür etmeniz gerekir! Ben sorularımla sizlere aksaklıkları, yanlışlarınızı gösteriyorum!” dedi.

Devam edecek…

Yorum, görüş ve önerileriniz