DOSTLAR – BÖLÜK PÖRÇÜK ANILAR – EKİN DURU / BÖLÜM 11

HALET ÇAMBEL-NAİL ÇAKIRHAN

Bu muhteşem dostları en son Nail Ağabey Muğla Yücelen Hastanesinde yatarken görmek kısmet oldu. Son rahatsızlığında onları buraya yüce gönüllü Hamdi Yücel, içinde ameliyat dahi yapılabilen özel bir ambulansla getirtmişti.

Aynı dönemde İlhan Selçuk da Akyaka’daki Yücelen Otel’de kalmaktaydı. Kızımı ve tekerlekli iskemlesini alıp bir taksi tutarak Akyaka’daki bir dostumun evine gittim. Candan’ı orada bırakıp ben taksi ile Yücelen Hastanesine devam edecek, Halet Abla ile Nail Ağabey’i ziyaret edecektim. O geceyi Akyaka’da geçirip ertesi gün de İlhan Selçuk’la buluştuktan sonra geri dönmeyi tasarlıyordum. Hastanede Nail Ağabey’i serumların etkisiyle sakın bir şekilde uyur buldum; eğilip yanağından öptükten sonra fotoğrafını çektim. Bir köşede sohbet ederken Halet Abla gözaltından ve by-pass ameliyatından sonra İlhan’la telefonla bile görüşemediğinden takındı. Beni getiren taksi aşağıda beklemekteydi. Uyumakta olan Nail Ağabey’i hemşirelere emanet edebilirse onu alıp Yücelen Otel’e götürmeyi ve dönmesi için taksi ile sürücüsünü orada bırakmayı önerdim. Teklifimi ikiletmedi, hemen hazırlandı. Yücelen Otel’de İlhan’ın  kapısını çaldım ve “bu gelişimi sayma, sana bir dostunu getirdim. Candan’la birlikte sana yarın geleceğiz,” dedim. Halet Abla ile kucaklaşmaları çok duygulandırıcıydı. Onların da birlikte fotoğraflarını çektim ve baş başa bırakarak ayrıldım. Ertesi gün Candan’la İlhan’ı görmeye gittik. Oktay Akbal ile eşi de geldiler ve iki saat kadar sohbet ettik. Bu, onu son görüşüm oldu, iki gün sonra vefat eden Nail Ağabey’i de. Cenaze törenine Ölüdeniz Belediye Başkanı Keramettin Yılmaz ile birlikte katıldık; çektiğim fotoğrafları Halet Abla’ya verdim. Sonraki telefon görüşmelerimizde bana, “Nail’in resmini başucuma koydum, çok makbule geçti. İyi ki çekmişsin; baktıkça bana huzur veriyor” dedi. Bu güzel insanların benim için ne anlam taşıdığının kanıtı olarak Nail Ağabey’in ölümünden sonra benden Land of Light gazetesi için isteyen yazıyı aynen buraya alıyorum:

“OZAN, YAZAR, MİMAR AMA HERŞEYDEN ÖNCE “YÜCE GÖNÜLLÜ BİR DOST” – NAİL ÇAKIRHAN

Land of Lights benden O’nun hakkında bir yazı yazmamı istediğinde elim ayağıma dolaştı, beynim karıncalandı. Uzun süre oturduğum yerde kalakaldım. Can dostlarım Nail Çakırhan ile Halet Çambel’in bana bahşettiği güzellikler, beni saran o sımsıcak dostluk öyle kolay kolay satırlara dökülecek gibi değil. Ama onlara derin bir minnet borcum var. Yaşamıma kattıklarını zenginliği yansıtmam, dilim döndüğü kadar sizlerle paylaşmam gerek.

Hani “mangal yürekli” diye bir deyim vardır ya, sanki sırf onlar için dile getirilmiş olmalı…Yakınlarını kolları ile değil, bakışları ile kucaklayan, saran insanlar onlar. Birlikte iken, ya da onları düşünürken yüreğinizin genişlediğini, dolup taştığını duyumsarsınız; onları tanıdığınız için ne kadar şanslı olduğunuzun bilincine bir kez daha varırken gözleriniz izlemle nemlenir. Yaşamı daha anlamlı kılan, hiç de iyiye doğru gitmeyen koşullarla bile yılgınlığa kapılmamanız, geleceğe daha güvenle bakmanız için size güç ve ilham veren bu iki seçkin dostun varlığı gerçekten inanılması güç bir mucize.

Bu yazıda Nail Çakırhan’dan söz etmem gerek ama onun ayrılmaz bir parçası olan Halet Çambel’i işin içine katmamak olanaksız. Onlar yaşamlarını birleştirmiş iki insan değil, bir bütünün birbirini tamamlayan bölümleri. Aralarında var olan olağanüstü sevgi, saygı ve dostlukla el ele, gönül gönüle bir yaşam sürdürdüler. Çevrelerindeki gençlere de yaşam tarzları ve aynı yoldaki önerileriyle daima örnek oldular.

Aranızda Akyaka’yı görme şansına ulaşmış olanlarınız, o yöreyi bir efsaneye dönüştüren, ahşap oymalarla bezenmiş tipik Ula – Muğla evlerini iyi bilirler.  Bu evlerin odalarındaki gömme dolaplarından birinin ardında “suluk” tabir edilen el yıkama yeri vardır. Tüm aile bireylerinin aynı çatı altında barındığı eski evlerde bu suluklar sayesinde insanlar başkalarını tedirgin etmeksizin buralarda ellerini, yüzlerini yıkayıp abdest alabilirler. İnsanların özel yaşamına saygıyı yansıtan bu mimari tarzı ile Nail Çakırhan Akyaka’da yarattığı evlerde de uygulayarak dünyada diplomalı mimar olmadığı halde 1982 yılında Ağa Han Ödülü’nü kazanan ilk ve tek kişi ol muştur. Kendisine verilen ödül parası ile Kaya Köy’deki bir sokağı restore etmek istediyse de bürokratik engellerle karşılaşınca Muğla’daki eski bir yapıyı Kültür ve Sanat Evi’ne dönüştürdü. Akyaka’daki kendi evi ve orada özel olarak yaptığı ek bina ise bir gelenek ve kültür merkezi oldu. Akyaka dışında Dalyan Bodrum ve Datça’da da benzer yapıları var. Fethiye’deki Letonia ve Montana Tatil Köyleri de onun eserleridir. Doğaya ve çevreye duyduğu sevgi ve saygı yüzünden, bu yapıların temelleri atılırken tek bir çam fidanının kesilmesine izin vermemesinin birebir tanığıyım.

Eşi arkeolog Halet Çambel Adana Karatepe’deki kazıları sürdürürken burada tasarlanan açık hava müzesini üstlenen müteahhit işi bırakıp gidince, Çakırhan çelik konstrüksiyon ve kuru beton kullanarak yapıyı tamamladı. Bu, onun ilk mimarlık deneyimi ve yeni bir çığır idi. Daha sonra 1973 yılında Ankara’da Türk Tarih Kurumu binasını yaptı; arkası çorap söküğü gibi geldi.

Mimarlığın yanı sıra Çakırhan iyi bir şairdi aynı zamanda. Ünlü şair Nazım  Hikmet’in arkadaşıydı. 1934’te birlikte Rusya’ya gittiler. 1930’lu yıllarda ikisinin şiirlerinden oluşan 1 + 1 = Bir isimli kitabı yayınladılar. Aslında Çakırhan şiir yazmaya 1927’de 17 yaşındayken başlamış, Konya Lisesi onuncu sınıftayken “Kervan” adında bir dergi çıkarmıştır. O dönemden başlayarak solcu düşünceleri yüzünden birçok kez gözaltına alınmış, yargılanmış, işkence görmüş ve hapis yatmıştır. Çakırhan Rusya’da iken aynı tekstil fabrikasında çalışan Taisa ile evlendi. Sekiz ay sonra, dünya ikinci bir savaşın eşiğine geldiğinde, Çakırhan hamile karısını sonradan aldırmak üzere yurda döndü. Patlayan savaş yüzünden bir daha karısından haber alamadı. 1938 yılında tanıştığı Halet Çambel ile aile karşı çıktığı için, gizlice evlendi ve o günden sonra hem eş hem de yol arkadaşları olarak beraberliklerini sürdürdüler. Sevgili Halet Çambel’i n yıllar süren çabaları sonucu Nail Ağabey’in ilk eşinin ve oğlunun izi bulundu ve bu sayede Çakırhan oğluyla, torunuyla ve torun çocuğu ile kucaklaşma mutluluğuna erişti. Taisa’nın verdiği eğitim sonucu oğlu Rudik’in Çakırhan’a gösterdiği saygıya ben bizzat tanık oldum. Bu arada sevgili Halet Çambel elinde bir sözlükle baba – oğul arasındaki ilişkiyi pekiştirme gayreti içindeydi. (Ne yazık ki Rudik’i babasından önce yitirdik, Taisa’yı da.)

Çakırhan – Çambel çiftinin insanlık derslerine gelince…

Yaşadıkları tüm acımasız koşullara karşın çevrelerindekilere her zaman sevecen davrandılar. 1972’de eşimle birlikte İstanbul’dan ayrılıp Fethiye’ye yerleşmeye karar verdik. O güne kadar hiç ticaret hayatına atılmamış olduğumuzdan, işi öğrenmek adına turist trafiğinin yoğun olduğu Marmaris’te bir dükkân kiraladık. O yaz Marmaris’te trafo patladı ve kent 12 gün kadar elektriksiz ve susuz kaldı. O sırada Halet Abla Adana’da kazıda olduğundan Nail Ağabey Akyaka’daki evinde yalnız yaşıyordu. Yeni trafo getirtilinceye kadar akşamları onun evinde kalmamızı önerdi. O dönemde Akyaka’da henüz elektrik yoktu, gemici fenerleri kullanılıyordu. Nail Ağabey sabahları erkenden kalkıp pazara iniyor, biz uyanmadan kahvaltıyı hazırlamış oluyordu. Akşamları Marmaris’ten geldiğimizde hep beraber bakkaldan peynir, ekmek, domates alıp Azmak kıyısındaki Halil’in Yeri’ne gidiyor (o zamanlar Azmak’ta sadece Halil ve 2 oğlunun çalıştırdığı bir balıkçı kahvesi vardı), o gün tuttukları balıklardan kilo hesabıyla alıp pişirtiyor ve suyun kenarındaki su terelerini toplayarak salata yapıyorduk. Lüks lambalarının ışığında akşam yemeğimizi yerken Nail Ağabey bize anılarını aktarıyordu. 11 yaşında olan kızım bu yaşamdan ve Nail Ağabey’den o kadar etkilendi ve mutlandı ki trafo getirtilip Marmaris yeniden elektriğe kavuşunca nerdeyse yas tuttu.

Rahmetli eşim 1982’de kanser ameliyatı geçirip İstanbul’da Alman Hastanesinde yatarken Çakırhan – Çambel çifti sık sık bizi yokladılar ve tüm içtenlikleri ile, taburcu olduktan sonra Arnavutköy’deki evlerinde (Kırmızı Yalı) kalmamızı istediler; hatta Nail Ağabey garajda duran arabasını bize tahsis etmeyi dahi önerdi. Ameliyat sonrası Özdemir’in kendisini koruması gerektiğini söyleyip Rusya’dan almış olduğu küçük, yeşil kareli bir battaniyeyi, “bu seni yeterince sıcak tutar” diyerek ona armağan etti.

Anıların sonu gelmez ama bana ayrılan yeri çoktan aştım herhalde. Sonuç olarak tek bir şey söyleyebilirim. Ne mutlu bana ki yaşamımda karşıma böylesi bulunmaz dostlar çıktı. Onlar bu dünyada silinmez izler bıraktılar, bırakıyorlar ve her zaman ölümsüz olarak kalacaklar.”

Yorum, görüş ve önerileriniz