FİKRET OTYAM

Fikret Otyam ve ilk karısı rahmetli Ayten Ateş, Özdemir’in çocukluk arkadaşları. Bu yüzden onunla evlenince beni de dost bildiler. Ankara’ya yolumuz düştüğünde birlikte olduk. Derken Fikret’in İstanbul’daki ilk fotoğraf sergisi; Ayten’le araları bayağı gergin. Ağabeyi Nedim Otyam’la bir olup Ayten adına çiçek yolladık açılışa. Sonra da İlhan-Handan Selçuk, Fikret, Özdemir ve ben Boğaz’a Yemeğe gittik. Evlilik sorunlarını bilmezden gelip ayrılıkların çocuklarda yarattığı travmayı kendimi örnek vererek anlatırken gözlerim doldu.  Fikret başladı kendine lanetler yağdırmaya: “Bacımı ağlattım. Allah belamı versin,” diye. Boşanmaları bu yüzden bir süre gecikti. Sonra Fikret’le Gazipaşa günlerinde arada bir telefonlaştık. Hem Ayten hem de o hep dostumuz kaldı. Boşanmalarından sonra Ayten kızları İrep ve Done ile gelip bir yaz Fethiye’de bizde kaldı. Candan’la birlikte Antalya Tiyatro Atölyesi’nce sergilenen “Asiye Nasıl Kurtulur” oyununu izlemeye gittiğimizde Fikret’le görüşme olanağı bulduk. Filiz o sabah Amerika’ya gitmiş. Fikret sabah mayonez yapmaya uğraşırken üç kez başarısız olduğundan yakınınca ona 50 saniyelik mayonez hazırlama formülünü yazdırdım;  bilmem yararını gördü mü?

Filiz ve Fikret Ölüdeniz Kültür Sanat Festivallerinden birine katılında iki gün birlikte olma fırsatı bulduk. Sonraları telefonlaşmalarımız sürdü.

1985’te Özdemir’i yitirdiğimde Fikret’ten aşağıdaki mektubu aldım: “İlk anda avuttum kendimi, bir isim vardı başında bilmediğim. İçim cız etmişti. Çocukların ilanına da boş verdim, senin ismin yoktu. İsim benzerliği dedim yine de. Hani bilirsin kesinkes ama konduramazsın bile bile, nihayet senin teşekkür ilanın çıktığında, o avuntumu, “değildir”i attım kafamdan ve sevgili Özdemir’in de aramızdan göçüp gittiğine inandım, acılar içinde…

Yazmadım daha önceden, neredeydiniz, ne olmuştu, bilemiyordum, bağışla beni ve asıl nedenini de açıkladım yukarda. Birkaç ay önce Natuk abi gelmişti, sevgili Özdemir’den söz etti, belleğinin gidip geldiğini anlattı. Hatta “Gazipaşa’ya gideceğim” deyince, “Dur” demiş, “orada bir tanıdığım adam vardı, resim falan yapardı, gazeteciydi, neydi adı?”  Natuk, ‘Otyam,’ deyince  ‘tamam,’ demiş ve selam söylemiş; aldığım son selamı da bu oldu sanırım.

Acını, onulmaz acını anlıyorum, anlıyoruz ama üzme kendini Ekin, “ölümle ölünmez” desek neye yarar? Kimi şeyler vardır; dile kolay gelir ama o kimi şeyler yürek işidir ve içi yanana kadar kimse yanmaz. Bildiğim kadarıyla sen, eşi ve arkadaşı olarak arkadaşımızı mutlu ettin, desteğini esirgemedin, demek ki on sekiz ay da bir başka şekilde acılarla boğuştun. Sana diyeceğim: kocan, arkadaşım Özdemir yürekli, hoş, namuslu bir insandı, vefalı insandı, iyi dosttu ve Özdemir denince biz O’nu seninle andık, bundan böyle de öyle anacağız, siz sağlam bir gövdenin iki dalıydınız.

O’na yürekten rahmet diliyoruz, acına katılıyoruz, yalansız dolansız. Sen, sizler sağ olun sevgili Ekin. Bu mektubum acaba eline varacak mı? Bana gönül koyma.  O’nun artık toprak olduğuna, toprağa gittiğine inandığım için şimdi yazabiliyorum. Seni sevgiyle kucaklar, gözlerinden öperiz. Metin olacağına inanıyoruz, bu acıyı da yeneceksin, çocukları da öperiz.

Sağlıcakla kalın sevgili Ekin, sizler sağ olun…”

Yorum, görüş ve önerileriniz