BİSİKLETİ KİM BULDU? – YAZI VE FOTOĞRAFLAR: GÖKHAN KORKMAZGİL

“Bisikletin mucidi kimdir, ne zaman icat edildi?” diye sorular olmaz. Çünkü bisiklet bence icattan çok bir keşiftir, bir ortaya çıkıştır. Var olmayan bir şey bulunmuş değildir, yoktan var edilmemiştir.

Bugünkü bisikletin ortaya çıkması upuzun bir sürecin sonucudur. İnsanlık neredeyse beş bin yıl önce tekerleği bulup kullanmaya başlamıştır. Aslında tekerleğin kendisi bile bir icat değildir, gözleme dayalı bir buluş olmalıdır. Kim bilir, belki o ilk akıllı insanlar silindir biçimli bir ağaç gövdesinin eğimli arazide yuvarlandığını gözlemlediler. Belki de altın tekerlek örümceği denen canlının bir tehlikeyle karşılaştığında kendini bir çember şekline sokup yamaçtan aşağı saldığını gördüler. Sonunda tekerleği akıl ettiler.

Bisiklete benzer bir şeylerin ortaya çıkması 1800’li yılların başını bulur. Aydan Çelik, Nazım Hikmet’in Bisikleti adlı kitabında, insanlığın binlerce yıl evvel hayatına soktuğu tekerleğin önlü arkalı dengede durabileceğini nihayet idrak edebilmiş olduğunu yazar.

İlk bisiklet çizimlerinin, beş yüz yıldan fazla bir zaman önce, Leonardo da Vinci tarafından yapıldığı iddia edilir. Bu bilgi kanıtlanmış değildir, aksini söyleyenler daha fazladır. Bisikleti ilk kez kim hayal etmiş olursa olsun, insanlar yüzyıllar boyunca atlara alternatif olabilecek, atlara gerek kalmadan insan gücüyle ilerleyecek bir araç düşlerler. Düşlerin gerçeğe yakınlaşması, 1869’da Paris’te birinin bilyeli rulmanı akıl edip patentini almasıyla olur. Önceleri tuhaf bir araç ortaya çıkar: Önlü arkalı iki tekerleğin arasındaki oturağa oturan bir adam, ayaklarını iki yana salıp yerden kuvvet alarak, aracı iterek yol alır. İnsan gücüyle mi çalışıyordur? Evet, ortada at filan yoktur. At kadar olmasa da insandan hızlı mı gidiyordur? Evet, üstelik oturarak. Bu araca koşu makinesi denir.

İnsanın ayaklarının yerden kesilmesi, bu koşu makinesine pedal eklenerek bugünkü bisiklete yakın bir aracın ortaya çıkması uzun zaman alır. Birbirinden garip araçlar yapılır, sürmesi zahmetli, izlemesi eğlencelidir, sürebilmek için neredeyse cambaz olmak gerekir.

Michael Hutchinson “bisiklet son derece demokratik bir araç ve dolayısıyla hiçbir kimseye ait olmaması, ruhuna uyuyor” diye yazmış.* Öyle ya, bisikletin bir bütün olarak patenti olmaz, dileyen herkes üretebilir. Ben de eklemeliyim: Bisiklet son derece eşitlikçi bir araç, herkes bir tane alabilir, bu da onun ruhuna pek güzel uyuyor! Dünyanın her hangi bir yerinde (bizde bile!) bir kişi gidip, aylık gelirinin beşte biriyle pekâlâ işe yarar bir bisiklet alabilir. Ya da gözünü başka yere diker, tutup aylık gelirinin elli katı fiyatla bir otomobil alabilir. Bisikleti alan, hemen binip keyfini çıkarmaya başlayabilir. Otomobili yeğleyen ise, daha aldığı gün sisteme türlü türlü vergi ödemeye başlar, sonu da gelmez. Onu da kendi bilir!

Sözlüğe bakarsak, ilericilik, en ileri toplumsal, siyasal, ekonomik, düşünsel gelişimleri benimseme, ilerlemeden, yenileşmeden, çağdaşlaşmadan yana olma durumu demek. Bisikletle ilericilik arasında sıkı bir bağ var. Biçimsel anlamda bile! Bisiklet hep ileri gider, hiç geri gitmez! Hatta olduğu yerde bile durmaz. Bisikletli, durursa düşer, dengesini ilerleyerek sağlayabilir çünkü. Bir bisikletli görürseniz selam verin, hiç olmazsa gülümseyin. Belki bir yerlere gidiyordur, ama kendi gücüyle ilerliyordur.

Bisikleti kimin bulduğu hiç önemli değil. Sizin onu bulmanız önemli! Bir bisiklet bulun, bisiklete hayatınızda yer açın. Gidonundan tutun, selesine oturun. Bırakın başkaları gaza bassın, siz pedala basın. Size göre mi dolmuş duraklarında beklemek, metrobüs yolu gözlemek? Ya da her gün işe giderken bir buçuk ton tekerlekli demiri beraber götürüp getirmek?

* Bisikletçiler, Profil Kitap, Ağustos 2018

Yorum, görüş ve önerileriniz