BİSİKLET GÜNCESİ

BİSİKLETÇİ OLMAK – GÖKHAN KORKMAZGİL

Kapak Fotoğrafı: Faruk Akbaş – Sayfa Fotoğrafları: Gökhan Korkmazgil

Çalış

Dikkatli olmak gerek, insan her an bir bisikletçi olabilir. Ben durup dururken bisikletçi olanlar bile gördüm, adam gayet normal bir insanken günün birinde bir bisiklet aldı, işe onunla gidip gelmeye başladı. Arabayla, trafikle, otoparkla filan işi kalmadı. Sabah kapıdan bir karış suratla girerken, şimdi sırıtarak geliyor, ıslık bile çalıyor. Bir başkasına, sahilde kızlı erkekli sohbet ederek dolaşan bisikletlileri görmek yetti, sanırım aklı başından gitti. Şimdi o da bisikletçi oldu, hafta sonları bisikletle geziyor, hiç sebep yokken gülümsüyor. Ya komşunun oğlu, ona ne demeli, aklı başında bir çocuktu, evden çıkmaz, bilgisayarının başından kalkmazdı. Okuldan dönünce sırt çantasını eve atıyor, pedallara basıp kayboluyor. Bilgisayarını tozlanmaya bırakmış, seneye yarışlara katılacakmış. Üstelik bu bisikletçilik bulaşıcı bir şey, babadan oğula geçebiliyor, insan arkadaşından bile kapabiliyor.

Hele bir şeylere fazlaca bağlanabiliyorsanız durum daha da ciddileşiyor, gözünüz başka şey görmez oluyor. Çünkü bisikletçi olmanın birinci şartı tutkudur. Bilirsiniz, tutku öyle şakaya gelmez, mantıkla da el ele gitmez. Hani şampiyon olunmaz, şampiyon doğulur gibi “yüksek” laflara da pek kulak asmamalı insan. Neyin nereye varacağı, ne zaman çıkacağı hiç belli olmuyor, bazen uğraşsan da elinden başka şey gelmiyor. Bakın Michael Hutchinson ne söylüyor: “Doğuştan bisikletçi değildim. Bisikletçilerden oluşan bir aileden gelmediğim gibi bu spora gençliğimde de başlamamıştım. Çok sonradan ve tamamen kazara başladım. Kız arkadaşımın babası bana yarış bisikletlerinden birini ödünç verip, bir tur atmaktan keyif alabileceğimi söylemişti. Bisikletin üstünde henüz on dakika geçirmiştim ki o anda hayatımın geri kalanını bisiklete binerek geçirmek istediğime karar verdim.”* İrlandalı Hutchinson sonraları bir yarışçı ve bisiklet kültürü yazarı olduğunda da şöyle diyor: “Ben bir bisikletçiydim ve olmak isteyeceğim başka hiçbir şey yoktu. Bu, bugün de geçerliliğini koruyor.” O, bir kez bisikletin selesine oturmuş ve büyülenmiş, ne denebilir, belki de içindeki bisikletçi ortaya çıkmıştır, kim bilir?

Göcek

Bisikletçi olmanın da bir evrim süreci var. Başlarda, sudan çıkan ilk amfibi yaratıklar gibi, yarı yaya yarı bisikletli biriydim. Çöpü dökmeye yayan giderdim, ekmek – gazete almaya giderken bisiklete binerdim. Sonra işe bisikletle gidip gelmeye başladım, bunun için on dakika erken kalkmanın yeterli olduğunu anladım. Derken iş büyüdü, her yere bisikletle gider oldum. Nereye gitmen gerekiyorsa evden biraz erken çıkıyorsun, hayatından da “acele” kavramını çıkarıyorsun! Daha sonra gitmem gerekmeyen yerlere de bisikletle gitmeye başladım, çünkü işin keyif boyutunu kavramıştım. Eğlence için bisiklet sürmek iyidir, sürdükçe eğlenirsin, eğlendikçe daha çok sürersin. Bu da seni geliştirir. Beş – on kilometreler zaman ilerledikçe elli – yüz kilometreler olmaya başladı. İşin inceliklerini öğrendim. Kaskımı – gözlüğümü, eldivenimi – dizliğimi tamam ettim. Bisiklet sporcusu haline geldim. Şimdi bisikletçi evrim zincirinin en tepesinde oturuyorum, niye bunca zaman beklemişim diye düşünüyorum. Bence, bisiklete binen bir daha zor iner, bisikletsiz geçen zaman hepten boşa gider.

Karaot

On beş gün bisiklete biniyorsun, Fethiye sahilinde, bisiklet yolunda turluyorsun. İki tepe tırmananın gözünü Ağrı Dağı’na dikmesi gibi, buradan Muğla’ya bisikletle giderim sanıyorsun. Öyle bir özgüven geliyor, aklın başından gidiyor. İlk başta on kilometreyi başarı sayarken bir gün Yanıklar’a gidiyorsun, bunu da herkese anlatıyorsun. Gidiş dönüş yirmi dört kilometre, dile kolay, sen bunu Türkiye turu yaptın say. Sonra gözünü Göcek’e dikiyorsun, vay anam vay. Fethiye ile arası yirmi beş kilometre kadar, orada kalacak değiliz ya, bir o kadar da dönüşü var, ediyor elli kilometre. Bir cesaret geliyor, gözün kesiyor, sabahtan çıksam öğlen olmadan varırım, sahildeki çay bahçesinde soluklanırım. Göcek’le Fethiye arası nedir ki, hiç de zor olmaz sanırım. İşler hiç de öyle olmuyor, evdeki hesap yokuşa uymuyor. Yanıklar’dan sonraki ilk rampada gücüm tükeniyor, yokuşun yarısında pilim bitiyor. Anlıyorum ki öyle kolayına yokuş çıkılmıyor. Bisikleti ters yöne çevirip aşağı salıyorum, Yanıklar’a dönünce nefesim düzeliyor, rahatlıyorum. Akıllanmayıp, üçüncü gün yeniden deniyorum. Bu kez yokuşun tepesine yaklaşıyorum, nefesim tükeniyor, inip tepeye dek bisikleti itiyorum. Tepeden Günlüklü düzlüğüne kadar uçar gibi inmek şahane, bir yandan da bu yokuşu geri nasıl tırmanırım diye düşünüyorum. Düzlüğü geçince ikinci yokuş başlıyor, asıl yokuş buymuş, hem daha uzunmuş, hem de hiç insafı yokmuş. Yetmezmiş gibi bir de üçüncü yokuş varmış. Tırmanmaya başlıyorum, yokuşun yarısını biraz geçince takatim kalmıyor, inip, yanım sıra bisikleti iterek tepeye varıyorum. Buradan bisikleti salsan İnlice’ye kadar ne güzel inecek, iyi de sonra kim nasıl geri dönecek? Saatte 74 kilometre hızla rüzgâr gibi iniyorum, İnlice’yi yeşillikler arasında pedallayıp geçiyorum. Üçüncü tepeyi de yarı pedal çevirerek, yarı bisikleti iterek aşıp, hızlı bir inişle Göcek’e varıyorum. Uzak yerden gelmişim, yüce dağlar aşmışım, nice yollar geçmişim, bisiklet benim işim! Soluklanıp zafer sarhoşluğum geçince, bu yolu nasıl geri dönerim diye düşününce, olsun, diyorum, biraz binerim, biraz iterim, yavaş yavaş Fethiye’ye giderim. Döndüğümde üç gün yorgun yatıyorum, tanıdığım herkese anlatıyorum: “Ben bisikletle Göcek’e gittim!” Bu üç yokuşu, hem gidişte, hem dönüşte, bisikletten hiç inmeden aşmayı dördüncü seferde başarıyorum. “O kadar da zor bir rota değilmiş yahu” demeye başlıyorum.

Kuzey rotasını tamamladık, dönüp güneye bakıyorum. Seydikemer gidiş – dönüş elli beş kilometre, ciddiye alınacak rampası da yok, hızlı sürüşle bir saatte varılır, Göcek yoluyla kıyaslandığında çocuk oyunu sayılır. Batıya doğru Kayaköy ile doğuya doğru Üzümlü gerçekten zor rotalar. Mesafeler daha kısa, ama yokuşları pek fena. Eşek anırtan, bisikletli bağırtan türden. Bağıra bağıra da olsa pedal çevirmeye devam edince yokuş da çıkılıyor, en tepeye de varılıyor. Her hafta tempomu artırarak, her ay menzilimi biraz daha uzatarak sonunda bir günde yüz kırk dört kilometre yol yapmayı başarıyorum. Önceleri tek tek sayar, kilometreyi kilometreye eklerdim, yarım saatte bir durup dinlenir, biraz beklerdim. Şimdi kilometreler onar onar devriliyor, ne nabzım hızlanıyor, ne de bacaklarım yoruluyor.

Bir heves bisiklet alıp süren vardır, sakin sakin turlamaktan keyif alan vardır. Ara sıra işe gidip gelen vardır, ulaşımda bisikleti önceleyen vardır. Sadece sizi güdüleyen güçlü bir neden varsa bisiklet sürücüsü olarak kalırsınız. Eğer içinizde tutku varsa bisiklet sporcusu olursunuz.

*: Bisikletçiler, Profil Kitap, 2018

Yorum, görüş ve önerileriniz