BİR KAVANOZ ÖYKÜSÜ – NACİ DİNÇER
Beni tanıyanlar bilir; bende cam duyarlılığı çok yüksektir. Bundan yarım asır önce henüz on sekizinde bir “deli kanlı (!)” iken üniversitede metalurji tahsiline başlamıştım. Bu bölümü seçerken kafamda demir çelikten başka bir şey yoktu. Meğer metalurji bilim dalının alanı genişmiş; demir çelikten plastiğe, bakırdan seramiğe içinde “malzeme” unsuru olan her şeyi kapsıyormuş.
Böylece, metal dışındaki mühendislik malzemelerini de kıraat etmiş oldum. Hatta kaderin bana oyunu bununla kalmadı, “Mühendislik Malzemelerinin Kullanım Alanlarına Göre Sınıflandırılması” isimlieserimi de aylarca süren bir uğraşı sonrasında yazıp, bitirme tezi olarak büyük jüriye başarıyla sundum. Artık “malzeme” dediğin şey benden sorulabilirdi.
“Nükleer metalurji, tıbbi metalurji ve seramik malzemeler” gibi “cam ve camın üretim prosesi” de tahsilim süresince bana sürpriz olarak sunulan eğitim konularıydı. Camın üretim prosesinden çok fazla etkilendim. Öyle ki, cam neredeyse bir kutsala dönüştü benim için.
Anlatayım:

Camın ana maddesi SİO2 kimyasal formülü ile tanınan silisyumdioksit. Yani bildiğiniz, çevremizde her yerde karşılaştığımız silikatlı kireç taşı, toprak, kum. Kullanım alanına göre içine diğer bileşenlerin de katılmasıyla, özel fırınlarda 1800 – 2000 dereceye yaklaşan sıcaklıklarda ergitilen ham malzemenin, yine farklı proseslerle son ürüne dönüşmesi çok zorlu bir süreç. Son ürünler ise düzüyle, buzlusuyla, renklisiyle yaşamın her anında ve alanında karşımıza çıkıyor. Tıbbi malzemelerden mutfak malzemelerine, pencerelerden duvarlara, biblolardan takılara kadar çeşit çeşit.

Ben kavanozlara takıntılıyım. Gıda maddelerinden süs eşyalarına kadar her şeyi içine tıkıştırdığımız kavanozlara! Saklama kabı diye bir olgu varsa o, kavanozdur benim için. Zeytinyağımı, unumu, şekerimi, susamımı, artan yemeğimi ve salata malzememi de kavanozlarda saklarım. Plastik ya da teneke içinde gelen stoklanabilir gıda malzemelerini hemen kaplarından boşaltıp kavanozlara doldururum. Oradan da hooop ya buzdolabına ya da kilere…
Gıda maddelerinin kavanozlu olanlarını tercih ederim. Boşalan kavanozları yıkar, temizler yukarıda anlattığım amaçla ya da bir turşu kurarken, reçel yaparken kullanırım. Kavanozları koca bir dolapta, boşalmış cam şişelerle birlikte saklarım; günü gelince kulanayım diye. Atamam ki o onca emekle üretilmiş camları!

Yıllar önce analog makinemle amatörce fotoğraf çekerdim. Kartlara basılan fotoğraflarımı da nereye koyacağımı bilemezdim. Fotoğraflarıma bakmak isteyenlerin o kartlarda bıraktıkları parmak izleri beni sinir ederdi. Bir gün ilham geliverdi. Fotoğraflarımın bence güzel olanlarını seçerek, büyüklüklerine uygun kavanozların içine yerleştirdim. Kapaklarını da kapatıp bekar evimin salonundaki rafların ve sehpaların üzerine sıraladım. Bu benim tarihteki ilk kavanozdaki fotoğraf sergimdi. Misafir arkadaşlar ellerine aldıkları kavanozları çevire çevire içindeki fotoğrafları inceleyip, parmak izlerini kavanozlara bıraktıkça keyiften dört köşe olurdum. 30 yıl sonra itiraf ediyorum.
Yanımda cam bir ürün, örneğin bir kavanoz kırılırsa benim de kalbim kırılır. Hemen yas moduna geçerim. Önce saygı duruşu yaparım (donup kalırım), sonra da ağırlaştırılmış hareketlerle rahmetlinin kırık parçalarını geri dönüşüme gönderirim. Şaka yapmıyorum. Kırılan camın ergitilirken ve sonrasında hangi zorluklarla ve emeklerle elde edildiğini, o binlerce derecelik fırının karşısında dökülen terleri, bu proseste çalışan emekçilerin yapacağı hatanın bedelinin cana dokunduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamam.
İşte o günlerde bir hayale kapıldım. Evde üç yüze yakın irili ufaklı kavanoz var ve her geçen gün bu sayı yenileri ile artıyor. Benden başka, bildiğim bir kavanoz manyağı da yok! Düşünsenize, bir sabah uyanmışsınız ve radyolardan, televizyonlardan merkezi yönetimin aldığı yeni bir ekonomi kararının duyurusu yapılıyor:
- “… Aziz vatandaşlarımız, bundan böyle ellerinizdeki ulusal ve yabancı paraların hiçbir hükmü yoktur. Yeni para birimi olarak “kavanoz” kabul edilmiştir. Bugünden itibaren her şey kavanozların büyüklük ve şekil güzelliğine oranla belirlenen değerlere göre yapılacaktır...”
Koca ülkede yıllardır herkes kavanozlarına hoyratça davranırken, bir gün böyle bir değişimin olabileceği eminim kimsenin aklına gelmemiştir. Oysa ben kırmaya ve atmaya kıyamadığım canım kavanozlarım sayesinde artık her şeye sahip olabilirdim. Örneğin:
- Usta, şu son model otomobilin fiyatı ne kadar?
- 43 orta boy kavanoz efendim.
- 40 orta boy, bir de büyük boy versek?
- Peki madem, şimdi mi bineceksiniz yoksa eve mi yollayalım?
- Biner, giderim, sağ ol.
- Hayırlı olsun efendim.
Nasıl? Keyifli değil mi? Bir de şuna bakalım:
- Bu arsa kaç dönüm?
- 2 dönüm beyim.
- Kaç kavanoz istiyorsun bunun tapusuna?
- Valla 57 kavanoz verdilerdi de vermediydim.
- 60 vereyim?
- İki de küçük koy yanına, halleşelim madem.
- Peki, hadi hayırlı olsun.
Televizyon reklamlarını da hayal edelim:
- Heymenn’de kampanya! Takım elbiseler 9 kavanozdan başlayan fiyatlarla…
- B202’de peynirin kilosu bir büyük, bir de küçük kavanoza indi!
- Maggross’da 4 kavanozluk alışveriş yapana 5 kilo çiçek yağı iki kavanoz…
Şimdilik kafamda hayallenen her şeyi çözmüş görünüyorum. Umutla ekonomideki bu değişimi bekliyorum. Hatta daha da hırslandım. Cuma pazarından taze bezelye almak yerine, gidip marketten kavanozda bezelye konservesi alıyorum. Bezelyeler mideye, kavanozu dolaba…
Dolapta yeni kavanozlara yer kalmadı. En iyisi fazlalarını bankaya yatırmak. Hem faiz de alırım.
Çözemediğim tek şey; bankacılık sisteminde kavanozların nasıl kullanılacağı. ATM’lerden banka kartıyla iki kavanoz çekerken ya makineye sıkışıp kırılırsa? Eğer bunu da halledebilirsem geriye bir tek beklenen hükûmet açıklamasının yapılması kalıyor.
Ne demişler? Hayaller Paris, gerçekler bizim köy. Birden aklıma Samuel Beckett’in “Godot’u Beklerken”i geldi. Umutsuzluğa kapıldım.
En iyisi, o kavanozları tek tek kafama vurup, kırmak…
Yok, olmaz öyle şey! 30 yıllık can ve umut yoldaşlarım onlar benim. Kıramam onları. Godot’u beklemeye devam!